25 Kasım 2018 Pazar

Karadelikler ve Bebek Evrenler



Stephen Hawking zamanımızın en tanınmış bilim insanlarından bir tanesi.  Geçen sene onun Zamanın Kısa Tarihi kitabını okumuştum. Bu sene yazma sırasına göre okuma listeme eklediğim bu kitabına sıra geldi. Bu sene kendisini kaybettik. Bu bende üzüntüye sebep oldu. Bir büyük beyin daha evreni anlamamız için çabalarken gitti. 

Kitaba gelecek olursak, Hawking'in çeşitli yerlerde verdiği konuşmalarından ve farklı yerlerde yayınlanan makalelerinden oluşuyor. Her başlık farklı bilimsel konulara değiniyor. İlk makalelerinde kendi hakkında, çocukluğu, öğretim hayatı ve ALS hastalığı sürecini aktarmakta. Diğer makalelerinde bilimle ilgili. Tabi gözünüzü korkutmasın, Hawking kendisi de kitapta anlattığı üzere kitabı herkesin anlayacağı şekilde yazabilmek için editörü ile çok uğraşmış. Diğer bilim kitaplarının aksine konular ile alakalı genel bilgisi olan herkesin anlayabileceği bir eser. Evrenin doğasından, Einstein'ın rüyasına, bilim geleceğine, kara deliklere, evrendeki en büyük cisimlerden en küçük cisimlere kadar bunların fizikle anlama, bir formülde birleştirme üzerine düşüncelerini aktarıyor. Okuduğunuz da aslında evreden çok tuhaf cisimlerin var olduğunu anlıyorsunuz. Kütlesi milyarlarca ton olan kara deliklere, sonsuz evren, yeni doğan mini evrenlere, ışığın bile kaçamadığı kara deliklerden kaçan parçacıklara, beyaz deliklere, kuantuma kadar bir çok ilginç konu barındırıyor. 

Bu bilimsel makalelerin dışından benim dikkatimi çeken makalelerden bir tanesi insan hayatı öngörülebilir mi üzerine yazılan oldu. Hawking evrenin büyük patlama da önce dahi fizik yasalarına tabi olduğuna inanıyor. Bundan dolayı her şeyin teorisinin bulduklarında evrende olan her şeyin anlayacağınızı düşünüyor. Tabi insan beynini oluşturan binlerce parçacığın olması Heisenberg belirsizlik ilkesi gereği bu parçacıkların konumlarının bilinmemesi, çözümlenemeyecek kadar büyük denklemlerin ortaya çıkacağını söylüyor. Tanrı insanlara irade verdi mi yoksa vermeyip her şeyi önceden bildiği sorusu üzerine çok güzel bir makale olmuş. 

Bilim ve kara deliklere ve evrene merakınız var ise okumanızı tavsiye ederim.

5 Kasım 2018 Pazartesi

Kitabın Tarihi




Kitabın tarihi insanın iletişim olarak dili düzenli şekilde kullanması ile başlıyor. Bu kadar geriye gitse de fiziksel bir kitap ortaya daha çıkmamış. Ama onu oluşturacak dilin ortaya çıkışı yavaş olarak meydana geliyordu. M.Ö. 60.000 yıl öncesine dayanan bu dil ve onun yansıması olan yazı ilk defa kayalara çizilen resimler olduğu söylenebilir. İnsanlar doğada gördükleri olayları  ilk olarak resim olarak kayalara çizmişler yada kayalara vurmuşlardır. Böylelikle ilk yazılı bilgiler ortaya çıkmış oldu. Dilin zaman içinde gelişmesi ile insanlar bunları her şeklin bir nesneyi ifade etmesi ile kullanmaya başladı. Daha sonra bunlar hecelere kadar indirgendi. Her şekil artık bir hece ifade ediyordu. Daha da ilerleyerek günümüzde kullanılan her sesin bir harf olarak ortaya çıkışı görüldü. Günümüzde halen bir şeklin bir nesneyi ifade eden yazı tipleri kullanılmakta. Çinlilerin ve Japonların kullandıkları yazı sistemleri buna örnek olarak gösterilebilir. M.Ö. üçbinler de Mezopotamya da kullandıkları dili sistemli hale getirip bir yazıya ilk döken millet tabi ki Sümerlilerdir. Yazıyı keşfetmeleri ile yazılı kültürün ilk başlangıcını da aslında atmış oldular. Daha önce bir çok kez bahsettiğim gibi sadece dini belgeleri değil, günlük hayatı, yemek tariflerini, gök yüzünün ile ilgili verileri, okul notları ve yönetici belgeleri gibi bir çok konuda arkalarında yazı bırakmışlardır. Sümerlilerde ilk olarak resim yazısı ile yazılı kültüre başlayıp daha sonra çivi yazısını keşfetmeleri ile kil tabletler üzerine yazılmaya başlandı. Kil tabletler üçgen şekilde bir aletler yazı şekillerinin üstüne bastırılması ve daha sonra fırınlarda pişirilmesi ile oluşturuluyordu. Kil tabletin yanında dünyanın çeşitli yerlerinde ağaç kabukları, kemikler, bakırdan levhalar ve deniz kabukları kullanıldı. Bunların hiç biri kil tablet kadar dayanıklı olmadı ve zaman içinde kayboldu. Mısır da ortaya çıkan papirüs ise farklı bir yöntem ile yazıyı çoğaltıp, dağıtımını yapmayı sağladı. Fakat papirüs iklimlerden etkilendiği için en fazla Roma'ya kadar uzanabildi. Roma da papirüs etkili şekilde kullanamadığı için parşömene gelişti. Hayvan dersinin çeşitli işlemlerden geçtikten sonra kullanılıyordu. Papirüse göre bir çok avantajı vardı. Ama yinede pratik üretimi yoktu. Çinlilerin kağıdı keşfetmeleri ile birlikte her şey değişti. Doğudan batıya doğru kağıdın üretim metodu yayıldıkça üreticilerde artı. Artık yazılı eserleri ortaya çıkması ile birlikte bunla alakalı meslekler de ortaya çıkmaya başladı. Kitap zaman içinde rulolardan, kodexlere ve sonunda da şimdiki kullandığımız haline gelene kadar uzun bir zaman geçti.

Kitabın oluşması ile bunun yanında dağıtılması, basılması ve saklanması gibi çeşitli konularda ortaya çıkmaya başladı. Roma devrinde kopyalama ofisleri olmasına karşın bunlarında kitabın orjinalliğini koruma gibi sorunları vardı. Zamanla Çin'den, Uygurlara ve batıya kadar bir çok matba metodu gelişmeye başladı. Böylelikle orjinal kopyanın aynısı ve daha ucuz bir şekilde kitap çoğaltılması sağlandı. Bilginin dünya üzerinde dolaşmaya başlaması ile insanlığın bilinç düzeyi de gelişmeye başladı. Bilgi doğudan batıya her yeri etkiliyor, bilgi gelişerek ilerliyordu.

Yazılı kaynakların saklanması ve insanlara sunulması da yazılı kaynakların oluşması ile birlikte ortaya çıktı Asurbanipal'in kitap tabletlerden oluşan kütüphanesinden iskendiriyede bulunan kütüphaneye, roma mahalle kütüphanelerinden büyük şehir kütüphanelerine kitapların okuyucu ile buluşması ve bilginin saklanması için yerler ortaya çıkmaya başladı. Böylelikle bir meta olarak ortaya çıkan kitap insan bilinci üzerinde büyük bir etki oluşturdu.

Kitap okuma konusunda çok akıcı. Kitap ve onun etrafında gelişen tarihsel olayları tadında anlatıyor. Gelişim aşamasını hristiyan dünyası çerçevesinde anlatsa da müslüman dünyası hakkında da bilgiler içermekte. Kitabın oluşumu ile ortaya çıkan meslekler, gelişen olaylar hakkında güzel bilgiler bulunmakta. Her kitap okuyucusuna tavsiye edebileceğim güzel bir eser.



30 Eylül 2018 Pazar

Türk Kültüründe Kurt İzleri




Türk kültüründe kurt daha öncede bahsettiğim gibi önemli bir yere sahiptir. Bir çok destanda görülmektedir. Daha önceki Türk Mitolojisi kitaplarında buna değinmiş hatta bir yazıda bazı mitolojik unsurlar üzerine tek tek araştırma yapılması gerektirdiği üzerine durmuştum. Bununla ilgilide Yaşar Kalafat'ın Türk Halk Tefekküründe Kurt kitaplarını size tanıtmıştım.

Bu kitapta da Mitoloji, Destan, hikaye ve halk kültüründe Kurt motifinin nasıl bulunduğu ve ortaya çıktığını anlatmakta. Kitap yazarın gazete makalelerinin bir araya getirilmesi ile ortaya çıkmış bir eser. Makalelerden bir araya geldiği akademik bir yayın beklenmemeli. Benimde okuduğum ve burada bahsettiğim temel kitapların bazılarını incelemiş yazar. Kurt motifinin Türk kültüründe nasıl devam ettiği, Orta Asya'dan Anadolu'ya nasıl geldiği, diğer milletlerin mitolojilerini nasıl etkilediği üzerin durulmuş. Dünya edebiyatında Kurt Adam'ın nasıl ortaya çıktığına da değiniyor. Anadolu pirlerinin şiirlerinde ve masallarında ki kurt motifini, hikayelere nasıl yerleştiğini anlatıyor. 

Kitaba bir bilimsel kitap olarak bakmak yanlış olur. Kurt motifinin eski dönemden bu güne nasıl geldiğini, halen nasıl devam ettiğini anlatan bir kitap. Merak edenler fikir sahibi olmak isteyenlerin bakabileceği bir eser. Fakat bilimsel bir çalışma arayanları pek tatmin etmeyecek bir çalışma. 



23 Eylül 2018 Pazar

Homeros'un Dünyası



Troya savaşında olanların bir tarih araştırması olarak kitaplarda araştırmaya çalıştım. Buna başlarken ilk olarak İlyada okumak istemiştim. Ama orada da size bahsettiğim destanın değiştirilmesi husus neticesinde vazgeçtim. Tarih olarak Troya savaşı doğu batı arasında gerçekleşen ilk savaş olabilir. Bunun gerçekleşmesinin de diğer kitaplarda bahsettiğim gibi sadece bir kadın için olduğu da mümkün gözükmüyor. Troyalılar hakkında daha bir çok araştırma ve kitap çıkacaktır. Şimdiki çıkanlarla elimizde bulunan veriler bu efsanevi şehrin bir çok katmanı olup, bir çok kültürden insanın bu katmanlar içinde bu şehri yükselttiğidir.

Bu kitap da benim aradığım daha çok destanın tarihsel yolcuğunu okumaktı. Bunun için almıştım ama yazar ilyada ve odysseia destanı destanlarında ki unsurlar üzerine araştırma yazısı yazmış daha çok. Destanda geçen kişiler olaylar ve destan içeriği hakkında bize uzun uzun bilgiler veriyor. Burada yunan panteonu, onun destana etkisi, destandaki kişiler olaylar zinciri, iki büyük savaşçı ve etrafındaki bir çok konuya değiniyor. Bunun yanında ilyada ve odysseia destanları arasında ki farkları  da anlatmakta.

İlyada destanını yazan bir Homeros'un ve destana bir çok eklemeler yapan başka Homeroslar da olabileceğini, bunun diğer araştırmalar tarafından da söylendiğini belirtiliyor. Zaman içinde İlyada'nın bazı mısraların çıkarılıp, bazılarının da sonradan eklenmiş. Odysseia  destanı ile karşılaştırıldığında aslında devamı olarak gözükse de bu destanın başka biri tarafından yazıldığını, bunu desteklemek içinde metin yapısı ve zamanında kullanılan yazım dilini farklı olduğunu örnek gösteriliyor. Odysseia destanını hatta bazı araştırmacılar tarafından kadın bir yazar tarafından yazıldığını fakat pek üzerinde durulmayacak bir sav olduğunu belirtiliyor.

Kitap Homeros'un yarattığı ve sonradan gerçek olarak ortaya çıkan bir olayın incelemesi. Akademik havada fakat sıkmadan bir anlatım sunuyor bize. Eğer ki İlyada ve Odysseia destanı destanına ilginiz varsa bu destanı okuduktan sonra bu kitaba da göz atabilirsiniz.

22 Temmuz 2018 Pazar

Hitit Savaşçıları




MÖ 1650'lerde Anadolu'nun şekillenmesinde ve Suriye'den Mısır'a kadar olan topraklarda hakimiyet mücadelesine girmiş bir devlet Hititler. Kuzeyinde sürekli sorun yaşadığı Kaşkalar, batısında irili ufaklı devletleri, güneyinde kendisine her fırsatta isyan eden mitanni devleti ve Akdeniz'in güneyinde kendisi kadar güçlü bir Mısır devleti bulunuyordu. Bu dönemde Hitilerin ayakta kalması ve bulunduğu bölgeye hakim olması kurduğu devlet sisteminin yanında askeri olarak geliştirdikleri teknolojiye de bağlı. Burada tanıttığım Hitit Çağında Anadolu ve okuduğum diğer kitaplarda Hitit devletinin kendi tarihini, devlet, askeri sisteminin nasıl olduğunu, sosyolojik yapısını, kralların yapmış olduğu mücadelelere değinmiştik. Bu mücadeleler sırasında yaptıkları seferleri, askeri sisteminin nasıl şekillendiğini ne tür teçhizat kullandıklarını ve ne tür birlikler olduğuna çok fazla değinilmemişti.

Osprey başlığı altında çıkarılan bu seri Türkiye de çok az bulunan bir kitap çeşidini okuyucuya sunmakta. Yurt dışında çeşitli konularda bu tür ilistirasyonlu ve bilgi veren kitaplar çokça bulunmakta. Bizde de yayınlanmaya başlaması güzel bir adım. Kitap Trevor Bryce'un Hititler hakkında yaptığı çalışmalardan konuyu anlatarak, hemde ilistirasayonlar ve resimler ile göstererek o dönemde anlatılanların nasıl olduğunu kafanızda canlanmasını sağlıyor. 

Bazı kaynaklarda Hititlerin askeri olarak güçlü olmasının sebebinin tunçtan yapılan silahların yerine demirden silahlara geçtiğini söylüyorlar. Burada yazar bunun gerçekçi olmadığını çelikten silahlar yapılsa da o dönemde meteorlardan gelen demir cevherinden bu silahların yapıldığını ve yeteri kadar güçlü olmadığını, kırılgan olduğunu belirtiyor. Hitilerin güçlü olmalarının nedeni yine o dönemde geliştirdikleri savaş teknolojisine bağlı. Hitit çağında yeni yeni ortaya çıkan savaş arabalarını Hititler geliştirerek ve kendi birliklerini buna adapte ederek büyük bir başarı kazanmışlar. Savaş arabası birlikleri kurmuşlar. Bu birliklerde savaş arabalarını çeken atların bir arada hareket etmeleri için talim yapmışlar, savaş arabalarını süren sürücüleri eğitmişler, savaş arabasında bulunan askeri ok ve uzun kargılar kullanmakta ustalaşmasını sağladılar. Bunun yanında yaya askerlerin eğitimine ve kullandıkları silahların gelişmesine önem gösterdiler. Bu sayede dönemin savaş teknolojisi olarak çevredeki devletlerden öne geçtiler. Askeri düzeni iyi kullanıp şehirlerin savunmasın da önem gösterdiler. Kuzeyden sürekli bir saldırı altında olmaları, çevresindeki devletlerin vasalları halline getirmelerine rağmen sürekli isyanlar ve saldırılarla uğraşıyorlardı.  Bunun için şehir dışına gözetleme kuleleri yerleştirdiler. Şehir güvenliği için akşamları şehir kapılarını mühürleyip, 24 saat işleyen bir devriye, nöbet sistemi kurdular. Kale kuşatmalarında çeşitli taktikler geliştirerek zamanın kalelerini ele geçirdiler. Bunların bir tanesi orta çağda bile kullanılmaya devam edilen yer altından tünel kazmaktı. Savaşa giderken sevk iadesini iyi şekilde düzenlerlerdi. Kendi toprakları içinde çeşitli depolar kurarak sevk esnasında ordunun buralara uğrayarak gerekli malların temini sağlanırdı. Anadolu'nun coğrafi yapısına karşı geliştirdikleri ayakkabılar ile uzun mesafeleri aşmayı sağladılar. Bu ayakkabı şekli kültür olarak halen Anadolu da yaşamaktadır. Daha önce Hurriler de at yetiştiriciliği üzerine yazılmış bir kitap olduğundan bahsetmiştim. O dönemde süvari birlikleri olmasa da savaş atlarının yetiştirilmesi ve eğitimine büyük önem gösterdiler.

Burada saydığım ve kitapta geçen bir çok gelişme ve taktik ile Hititler bu zorlu topraklarda ayakta kalmayı başardılar. Diğer kitaplarda askeri yapının, teknolojinin ve kullandıkları taktiklerin üzerinde değinilmediği için Türkçe kaynak olarak bu kitabı tek yapıyor. Bu konuları merak edenlere tavsiye ederim. 

23 Haziran 2018 Cumartesi

Felsefeye Giriş


Felsefe nedir? Buna verilecek bir çok yanıt vardır diyor yazar kitabın ön sözünde. Ama genel ifade ile Felsefe yazarın tanımına göre " Felsefe bir etkinliktir; o belirli sorular üzerine düşünme biçimidir." diyor. Güzel bir tanımda. Bu tanımı tabi cümlenin devamında açarak anlatıyor. Geçen senelerde yazarın Felsefenin Kısa Tarihi kitabını size tanıtmıştım. Bu kitapta tarihte gelmiş düşünürleri bize fikirleri ile birlikte tanıtıyordu. Bu kitabında diğer felsefeye giriş kitaplarından farklı bir yol izlemek istediğini belirtiyor. Bu nedenden şu düşünür bu konu üzerine şu tarihlerde bunu söylemiş gibi bir yazı şekli yerine. Kendi belirlediği konular üzerinden (Bilim felsefesi, Tanrı var mıdır, Sanat nedir? ) bize yine düşünürlerin konu hakkındaki fikirlerini sunmakta. Bu konulara değinirken farklı argümanarı bize sunarak savunan ve karşıt düşünceleri anlatmış oluyor. Hemde konu hakkında tarih içindeki düşünce akışını, bunun üzerine olan fikirleri okumanızı sağlıyor. Böylelikle sizi kalıplaşmış düşünce yapısından çıkarıp düşünmenizi sağlıyor. Yazının başlığında felsefe nedir sorusuna sizi sevk ediyor. 

Felsefe konusundan geniş bir bilgim yok. Bu alanda kendimi geliştirmeye çabası içindeyim. Çok hızlı ilerleyeceğini düşünmüyorum. Zaman zaman bu tür kitaplar okuyarak bilgi seviyemi artırma ve size de tanıtacağım. Benim gibi konuya yeni girenler için tavsiye edebileceğim bir kitap. Dili ağır değil ve  anlaşılır bir anlatımı var.

6 Haziran 2018 Çarşamba

Galiyev Yaşamı ve Mücadelesi





Yıl 1918 Osmanlı Devletinin başkenti işgal altında ve toprakları galip devletler tarafında işgal edilmektedir. Türklerin son kurduğu imparatorluk çökerken ve yeni bir direniş başlarken, Çarlık Rusyasın da bulunan Türkler de kendi bağımsızlıkları için mücadeleye başlamışlar. 350 yıllık süren bir karanlıktan kurtulmak için, kendi ülkelerini ve haklarını kazanmak için büyük bir mücadeleye girerler. Bolşevikler ile birleşerek Çarlık Rusya'sının baskılarından kurtulmak istemektedirler. Lenin'in "Her Ulus Kendi Kaderini Tayin Etmeli" sözününe inanmış, Leninden Özerk bir Cumhuriyet sözü almalarına rağmen ihanete uğramışlardır.

Çarlık Rusya'sının Türklere neler yaptığını Gaspıralı Dönemini okuyarak, hatta Gaspıralı İsmail'in çıkardığı Tercüman gazetesini okuyarak çok iyi anlayabilirsiniz. Bu şartlar altında yaşayan Türkler kendilerine bir çıkış yolu aramaktalar. Sonunda Çarlık Rusya'sının zayıflaması ve Bolşevik akımının gelişmesi  ile kendilerinin haklarını geri almak için Çarlık karşıtı örgütlerin içine katılırlar. 

Mirseyit Sultan Galiyev  fakir bir köy öğretmeninin oğlu olarak Barkırya'da doğdu. Babasının kitaplarını okuyarak büyüyen Galiyev, öğretmen okulunu kazanması ile eğitim hayatına başladı. Burada sosyalist düşünceler ile tanışması, kendini geliştirmesi ve Bolşevikler içine girmesi ile başladı. Böylelikle uzun ve zorlu bir hayatın ilk adımlarını atmış oldu. Türk olmasından dolayı bir çok sıkıntı yaşayan Galiyev bunların üstesinden gelerek, teşkilatçılığı ve çalışkanlığı ile insanları Sosyalist örgütlerin içinde birleştirmeyi başarmıştır.

Türklerin haklarının kazanılması, Çarlık dönemindeki baskıların gitmesi ve özerk bir Türk devleti kurmak için Bolşeviklere katılan Galiyev, Lenin'e güvenmiştir. Bolşeviklerin Çarlık Rusya'sını devirdikten sonra kendi Türklere haklarını vereceğini düşünür. Ama daha başlangıçta Bolşevik Ruslar tarafından milliyetçilik ile suçlanır. Çarlığa karşı örgütlenme devam ederken bu örgütler Rusların egemenliği altındadır ve Türklere çok çok az bir yer vermişlerdir. Rusların bu eskiden gelen hareketlerini devam etmelerine Sosyalist Türkler çok karşı çıkmış, onlara karşı çok çalışmış ve büyük başarılar kazanmışlardır. Bolşevik ihtilalinin çok sıkıştığı dönemde, Türk Bolşeviklerin katkıları büyük olmuştur. İç savaş döneminde Kızıl Ordu ve Beyaz Ordu'dan daha büyük bir Türk Ordusu kurarak Kızıl Orduya destek vermişler. Buda Çarlığın yıkılmasını sağlamış. Artık rahatlayan Rus Bolşevikler yavaş yavaş Türklerin tehlike olduğunu ve onlara ihtiyaç kalmadığını düşünürler. Bunların en başında Türkleri ve Galiyev'i tehlike olarak gören Stalin vardır. Galiyev o zamanda 220- 275 bini bulan Türk ordusu kurmuş, her Türk toprağında geniş bir Türk Müslüman Sosyalist örgüt ağı kurmuştur. Ama Rusların Türkleri işçi sınıfından görmemeleri, Marksiz devrimin hep batından başlayacağı düşüncesine inançları Galiyev ve Türkler ile fikir olarak yolları yavaş yavaş ayrılmaya başlamıştır. Bolşeviklerin herkese eşitlik diye yolla çıktıklarında daha sonra Rus egemenliğini tekrar kurmaları da etkisi olmuştur. Artık açık olarak Bolşevik sistemini ve fikirlerini eleştiren Galiyev'i zaman içinde yavaş yavaş yok etmişler. Galiyev Parti organlarından uzaklaşmasına rağmen çalışmalarına devam etmiş, gizli örgütlenmeler oluşturmuş. Stalin bunların planlı ve sabırlı şekilde takip ederek tamamen yok etmiştir. 

Galiyev Sovyet Rusya'nın çok ötesinde ne zaman nasıl yıkılacağını tahmin etmiş ve SSCB gerçekten de bu şekilde yıkılmıştır. Kendi teorisi geliştirmiş ve milli kominizm teorisi olarak ortaya çıkmış.  Son zamanlarında artık SSCB'nin yaptıklarını iyice gören ve eleştirilerini iyice artıran Galiyev            " Günümüzde SSCB biçimiyle canlanan eski Rusya uzun süreli değil. Geçici ve anlık bir şeydir." diyor. SSCB'nin nasıl yıkılacağı konusunda ki iki öngörüsü de doğru çıkmıştır. 

Türklerin Bolşevikleri içinde bu çalışmaları Stalin ve Rusların etkisi ile sonuçsuz kalmış. Türk Bolşevik liderlerinin hepsi Stalin tarafında yok edilmiş. Parti içindeki Türk etkisi giderek azaltılmış. Böylelikle Galiyev takipçilerinin sonunu getirmiş Stalin. 

O dönemde Türkiye ile dolaylı olarak bağlantı kurmasına rağmen neden direk bağlantı kurmadı bilmiyorum. Anadolu'da ki kurtuluş mücadelesine destek verilmesini sağlamış. Atatürk'ün de SSCB için aynı görüşte olması da ilginç bir konu. Mustafa Suphi başında beri Türkiye'de Galiyev'e destek olmuş, bunun yanında Galiyev'in parti okulunda da bir çok ünlü kişi ders almış. Bunlardan ikisi Nazım Hikmet ve Şevket Süreyya. Bunun yanında Sivas kongresine bir gözlemci de göndermiştir. Uzun bir yazı yazdım küçük bir kitap için. Bu kitabı okumanızı öneririm, dili sadece ve kısa bir eser. Eserin eleştireceğim tek yanı keşke kaynakları metin içinde gösterse imiş yazar. Umarım sonraki baskılarda bunu hallederler. 




30 Mayıs 2018 Çarşamba

Tozun Gizli Hayatı



Toz denildiği zaman aklımıza evlerin her tarafında biriken, rüzgar estiğinde tüm solunum sistemine dolan baş belası bir şey olarak biliyoruz. Kitabın boyutuna da bakıldığında hem bu baş belası şey hakkında hemde ufacık bir toz tanesi hakkında ne yazılabilir diye insanı ilk başta düşündürüyor. Bu kitabı okumadan önce bende bu düşüncede idim. Bazı toz parçacıklarının önemli olduğunu biliyordum. Bunları bir araya getirince aslında bu ufak cisimlerin hem çok çeşitli hemde bu kadar önemli olduğunu daha iyi anladım. Tabi her toz tanesi önemli değil. Ama genel olarak dünyada ve evrende büyük öneme sahipler.

Kitap ilk olarak tozun tanımını bize sunmakta ve onu diğer kendi büyüklüğündeki diğer cisimler ile karşılaştırarak bizim beynimizde bir algı oluşturuyor. Toz dediğimizde sadece ev tozu değil aslında çok farklı şekilde ve çeşitlilikte tor tanelerinin olduğunu bize açıklıyor. Evren o kadar büyük ki bizim gözlediğimiz gök cisimleri de aklımızın sınırlarını zorlayacak kadar büyük. Uzayda da bulunan toz güneşlerin patlaması, süpernova sonucu yok olması ve çeşitli gök cisimlerinin bıraktıkları partiküller olarak evrende bulunuyorlar. Bu uzay tozları ve gazların birleşiminden oluşan bulutsu (Nebula) o kadar büyük olabiliyor ki dünyadan gözle görülebiliyor. Zamanla çekim etkisi ile yeni yıldızların oluşmasına da neden oluyor nebula içinde bulunan tozlar. Son yıllarda yapılan uzay programlarında da kuyruklu yıldızların tozlarını toplama görevi yapan uzay araçları uzaya gönderilmişti. Yıldızların bildiğimiz elementleri oluşturan yerler olduğunu düşünürsek, buralardan yayılan tozların bizim geçmişimiz hakkında bilgiler içereceğini bilim insanları araştırıyor. Evrenin her yerinde bulunan tozlar bizim güneş sistemi içinde de belli kuşaklar oluşturuyor. Buradan gelen tozlar dünya atmosferine girerek dünyaya yağmakta. Dünya üzerinde dolaşan toz kütlesinin ne kadar olduğunu bir bilseniz hayretlere düşeceksiniz. Dünyada en çok toz bulunan yer olan çöllerin dünya ekosistemine öyle yararlar sağlamakta ki biz bunu fark etmiyoruz. Tozun atmosfer üzerindeki yolculuğu ise çok ilginç moğolistandan kalkan bir çöl kumu Güney Amerika'ya kadar ulaşabiliyor. Dünyada insan eliyle olsun doğal yollarla olsun hiç bir şeyin bir yanardağ patlaması kadar toz atmosfere püskürtemez. Atmosferin ötesine uzaya bile toz ve kaya parçaları gönderebilir. Buda eski devirlerde dinozorların sonunu getiren neden tozların atmosferde birikmesi sonucu buzul çağını başlattığı düşüncesini getirmiş insanların aklına. Tüm bu anlatılan tozların içinde tabi öyle tozlar vardır ki onlar olmadan bizimde hayatımız olmaz. Bitkiler polenlerini hava ve böcekler yolu ile ileterek döllenirler. Bu sayede bitkiler, meyveler, çiçeklerin devamlılığı sağlar. Bunların yanında yaşayan tabi toz tanesi hatta onlardan daha küçük canlılarda bulunmakta.

Bir toz tanesinde dünyalar var. Yazarda kitabın bir yerinde bir bilim adamı sadece bir toz kütlesi üzerinde çalışsa bir ömrünü harcar diyor. Bu toz tanelerinin bize olan etkileri ise azımsanamayacak kadar fazla. Bilime ilgi duyuyorsanız bu kitap sizi fazlasıyla doyuracağını düşünüyorum. Bir toz tanesinden evrene, gobi çölünden Amerika tuz gölüne sonra Amazonlara tekrar uzaya kadar sizi bir çok yerde gezdirecek.

20 Mayıs 2018 Pazar

Oğuz Kağan Destanı





Daha önce size birkaç tane Oğuz Kağan Destanı ile ilgili kitap tanıtmıştım. Bunlardan bir tanesi Togan’ın çevirdiği Reşieddin oğuznamesi idi. Bu kitabın piyasada zor bulunması ve nadir olması nedeniyle herkes ulaşamıyordu. Fuara gitmeden önce kitap araştırması yaparken Tufan Gündüz’ün Reşieddin oğuznamesini yeniden çevirdiğini ve kitabın içinde farklı bilgiler ekleyerek bastığını öğrendim. Hemen listeme ekledim okumak için. 

Oğuz destanı daha önce anlattığım gibi Türk milletinin tarih içindeki yol alışının bir yansımasıdır. Gösterdikleri kahramanlıklar, inançları, göreneklerini, devlet sistemlerinin bir yerde toplandığı bunların hepsinin Oğuz Han’ın şahsiyetinde birleştiği bir destan. Aslında destanlaşmadan öncesinde mitolojik bir karakter. Daha önce dediğimiz gibi araştırmamızda ilk önce Oğuz Kağan bir mitoloji olarak doğmuş, sonrasında içinde bulunduğu mitolojik ögeler kaybolarak destanlaşmıştır. Bu kitapta destansı özelliğini de kenara bırakarak gerçekliğe daha yakın şekilde bize Oğuz Destanı sunulmakta. Kitabın başında Oğuz Kağan Destanın bir incelmesini yapar. Reşieddin'in kitabı nasıl yazdığını, dönemin hangi kaynaklarından yararlandığını, yazımı sırasında nerelerden etkilendiğini belirtir. Oğuz Kağan Destanında geçen ve bugünkü Türk boylarının oluşumunu anlatmaktadır. Burada yazar bu boyların tarihsel olarak nasıl ortaya çıktıklarını, nerede göründükleri üzerine durur. Boyların tarihsel olarak ortaya çıkışı önemli bir noktadır. Boyların tarihi kayıtlara zaman içinde ne şekilde girdiğini belirtir. Aynı şekilde dış oğuz boyları denilen Oğuz Kağan destanında geçen boylarında oluşumunu inceler. Daha sonra boy ayrılmasından ikili sisteme geçişi yani Bozok ve Üçok meselesi üzerine durur. Bunları anlatırken tarih içinde ki Türk devletler üzerine de bilgiler verir. Bunlar aslında Oğuz'un destandaki yolculuğudur. Tartışmalı diğer bir konuda Oğuz'un şahsiyetidir. Tarihçiler arasında bu konuda bir fikir birliği yoktur. Bazıları Oğuz Kağan'ın Türk düşüncesinde ki ideal olduğunu, Mete han olduğunu, yaşamış bir kişi olduğu üzerine fikirleri sunar. Bunların yanında şahsiyeti ve tarihsel serüvenini anlatır. Kitapta Oğuz Destanı anlatıldıktan sonra destan içinde geçen dış oğuzları ne manaya geldiği üzerine bir bölüm var. Oğuz Destanında bilindiği üzere 24 boy bulunmakta, bunlar Oğuz Han’ın kendi çocuklarından meydana gelen boylar olarak düşünülüyor. Bunun yanında birde Oğuz Kağan’ın seferi sırasında isim verdiği kişilerden türeyen Türk boyları bulunmakta. İşte bunlar hakkında ve manaları üzerine bir bölüm bulunmakta. Bu boylara da dış oğuzlar denmekte. Destanın özelliği üzerine de durarak nasıl meydana geldiğini ve diğer nüshalardan ne şekilde ayrıldığını anlatmakta. 

Oğuz Han’ın mitolojisini okumaya başladığımda eskiden bu yana etrafta dolaşan bir Oğuz Han’ın Türklük Duasını görmüşümdür. Yalnız bunun bizim Türk tarihinden geçen uydurma hikayelerden birimi olduğu konusunda çok şüpheye düştüm. Bu kitapta Tufan Gündüz kitabın sonuna bir duayı  eklemiş. Tabi bu hali Osmanlı döneminde olduğu için onlara övgüler, islam dini içinde olduğu için ona bağlı öğütler içermekte. 

Bu açıklamaların sonunda da Oğuz Kağan destanı bulunmakta. Oğuz Kağan destanı Türk tarihinin katmanlarını içinde bulunduran bir eser. Bundan dolayı ne zaman ortaya çıktığı konusu aslında tam net değil. Tufan Gündüz Oğuz Kağan'ın ilk babasına isyan etmesinden yola çıkarak Mete (Bahadır) Han'ın babasına isyanını döneminde şekillenmeye başladığını belirtiyor. Oğuz Destanını okuduğunuzda bunu Türklerin yüzyıllar içinde aldıkları yolların bir öyküsü olarak okumanızı tavsiye ediyorum. Bu konuyu ilk okuyacaklar için anlaşılır bir eser. Daha derinlere girmek isteyenler ise Türk Mitolojisinde incelediğim kitapları tavsiye ederim. 

Türk milletinin en son destanı olan Kurtuluş Savaşı bu destana belki bir kaç yüzyıl sonra girecek. Bunu başlatan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına minnet borçluyuz. Türk tarihinde bulunan kahramanları Tarihten silecek hiç bir silgi yoktur. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramınız Kutlu Olsun.

12 Mayıs 2018 Cumartesi

Troya ve Troyalılar




Hector'un Öcünü Aldım
Mustafa Kemal Atatürk

Bir önceki Troya kitabında artık Troyalıların Türk mü olup olmadıklarının inceleyeceğimizi söylemiştim.

Troya savaşı şimdiye kadar karanlıkta kalan sadece daha önce bahsettiğim ilyada Destanı ile efsaneleşen ve daha sonra H.Shiman ile gerçek olduğu ortaya çıkan bir yer. Şimdiye kadar dünyada bunun üzerine bir çok araştırma yapılmış olsa da Türkiye de buraya olan ilginin az olması şuan ki duruma göre şaşırtıcı değil. Diğer okuduğum kitaplarda Troya'nın arkeolojik incelemsinden, destan incelemesine ve savaşın anlatımına kadar olan bir kaç kitabı size tanıtmıştım. Bu kitapta ise Fatih Sultan Mehmet'in ve Mustafa Kemal Atatürk'ün neden Hektor üzerinden Troya'ya atıfta bulunması gösterdiklerini araştırması için bu kitaba başladım. Bu iki büyük insanın bulundukları coğrafyada ki çok eski ve tarihin bilinmeyen sayfalarında kalmış bir şehrine ve kahramanına yaptıkları atıf. Troyalıların acaba Türk mü olduğunu sorusunu insanların akıllarına getirmiş. 

Daha önce Hititler Türk müydü sorusuna da aynı şekilde Hititleri okurken yanıt aramaya çalışmıştım. Sedat Alp'in yazdığı Hitit Güneşi kitabına atıfta bulunarak anlatmıştım. Şuanda yapılan araştırmalara göre Hititler'in ırk olarak Türklerle bir bağlantısı yok. Yaşanan coğrafya ve bu coğrafyada oluşan Hitit kültürünün kültürel mirasçıları olarak bir ilişkimiz mevcut. Aynı şekilde Troya kültürünün mirasçısı da biz oluyoruz. Bundan dolayı kültürün devam eden unsurları bizim kültürümüz ile birleşerek devam ediyor. Bu iki büyük Türk liderinin Troya'ya atıfta bulunması bu topraklarda yaşamış olan kültürlerin mirasçıları olduklarının bilincinde olmaları. Yaşadıkları topraklardaki tarihi bilmek, onu özümsemek ve onların yaşadığı tarihsel olguyu kendi durumu ile birleştiren iki liderde batıya karşı kazandıkları zaferden sonra Troya halkına atıfta bulunmuştur. Fatih Sultan Mehmet Troyalıların öcünü aldığını belirtirken, Atatürk ise Troyalaların kumandanı Hector'un öcünü aldığını söylemiştir. 

Kitap ilk olarak hangi kaynaklardan yararlanıldığı üzerinde durarak Hitit tabletlerinde geçen Troya isimini araştırmakta. Tabi Troya Hitit tabletlerin Viluşa olarak adlandırıldığı bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış. Yazılı kaynaklar olarak İlyada destanı hakkında benimde size aktardığım bilgileri kitabın yazım ve oluşum tarihçesini de aktarıyor. En sonunda hem Miken hemde Troya üzerine yapılmış arkeolojik kanıtlar üzerine duruyor. Etrükslerin Troya ile bağlantısı ve nasıl ortaya çıktığı üzerine de değiniyor. İleride de bizde araştırmamızda değineceğiz Etrükslere. Avrupa tarihinin neden buraya dayandırmak üzerine de duruyor. Daha tarih yalanları üzerine durmadık ama bizde yapılan çarpıtma tarih aynı şekilde Avrupa da yapmakta.

Kitap Troyalıların Türk mü değil mi olduğu konusunu merak edenlere okumaları için önereceğim bir kitap. Bu kitabı okumadan önce biraz Troya üzerinde bilgi edindikten sonra okurlarsa daha iyi olacağı düşüncesindeyim.

3 Mayıs 2018 Perşembe

Atalarimizin Gök Tanrı Dini



Gök Tanrı inancının araştırmasında okumayı planladığım kitapların artık sonuncusuna geldim. Araştırdığım kitaplarda bu inancın anlamaya çalıştım. Elimdeki bu kitap konu ile alakalı son kitap. Diğer aktardığım Gök-Tanrı kitaplarına göre bu kitap çok farklı bir yerden bu konuya yaklaşmış. Ezoterizm bakış açısıyla bu konulara yaklaşarak konuyu açıklamaya çalışmış. Bu tabi bizi bilimsellikten uzaklaştırmakta.

Yazar konuya Mu Kıtasından başlamış. Mu kıtası ve onla gelişen teroriler konusunda da ki fikirlerimi daha önce Ön Türkler kitapta paylaşmıştım. Bundan dolayı bu konu üzerinden çok durmayacağım.

Kitapta mitolojide geçen kurt, mağaralar, kut, hayat ağacı gibi unsurları semavi dinleri, diğer inançlar ve diğer toplulukların mitolojileri ile karşılaştırarak bir ortak nokta bulma yoluna girmiş. Tabi bu yöntem belli bilimsel çerçeve içinde yapılabilir. Yüzeysel olması konu üzerindeki bağlantıların bilimselliğine gölge düşürüyor. Kuran'da geçen mağaralar ile geçen ayetin, eski Türklerdeki kutsal mağaralar arasındaki bağlantıyı burada da bu var benziyor demek doğru olmaz. Bu tür bir yaklaşımda bulunulacaksa bunun bir metodolojisinin olması gerekiyor. Bunla ilgili yine ne büyük yanlışı Mu Kıtası konusunda ki araştırmalarda yapıldı. Bu yanlış halen devam etmekte. Bazı ilginç meseleler olsa da bazı kabile mitolojilerinde bunu Türk mitolojisi ile birleştirmek zorlama geldi. Özellikle kurt motifini gökten inmesi konusunda diğer kabile mitolojilerinde uzaydan gelen atalar olarak yorumlamaya çalışması gibi. Türk mitolojisi konusunda bunların anlamlarına değinmiştik. 

Gök-Tanrı konusunda kitapta değindiğinde ise Oğuz Kağan'ın mitolojide anlatan unsurlarını açıklamaya çalışarak işe başlanmış.  Bu açıklamaları ezoterizm içinde anlamdırmaya çalışmış yazar. Konuya çok farklı yerden yaklaşan yazar beni bu konularda tatmin etmedi. Yapılan alıntılarda kaynak gösterilmemesi benim hoşuma giden bir yazım türü değil. Bir araştırma kitabı yazılıyorsa yapılan alıntılar kaynaklar ile belirtilmesi gerekiyor. Bu bazı okuyucular için pek önemli olmasa da bir araştırma kitabı, bilimsel bir kitap okuyorsanız bu olay çok önemlidir. Bir fikri kendiniz ortaya koysanız dahi daha önce yapılmış araştırmalardan referans göstermeniz gerekiyor. Çünkü araştırma dediğiniz olgu bir bina inşa etme gibi düşünebilirsiniz. Her araştırmacı konu hakkında bilimsel bir veriye ortaya çıkarır ve onu o temel üzerine koyar. Ondan sonra gelen araştırmacı yeni bir veri üretir oda bir tuğla koyar temele böylelikle zaman içersin de o konu hakkında bilimsel bir veri topluluğu ortaya çıkarak bir bina inşa edilir. Bundan dolayı bir konu hakkında yapılan diğer araştırmalar hakkında bir bilgi olması lazım ve geçerli bilgilere referans göstermek gerekiyor. 

Kitap benim yaptığım araştırma çerçevesinden biraz uzak bir noktada bulunuyor. İşin içine Sirius gibi temeli olmayan bağlantılar da girdimi ne kadar ciddi olduğunu tartışmaya gerek görmüyorum. Kitap tabi ki bizim incelediğimiz mitolojileri aktarmış ama açıklarken bilimsel çerçeveden ayrılmış. Yukarıdaki uzun bahsettiğim sebeplerden dolayı da Gök-Tanrı inancı konusunda kaynak bir kitap olarak tavsiye etmiyorum.

Gök Tanrı konusunda ki bu araştırma maratonunda daha önce okuduğum mitoloji kitaplarında, eski Türklerin dini konusunda ki araştırma başlığında ve en sonunda Gök-Tanrı ile alakalı kitaplarda ortaya belirli bir çizgide inanç çıkıyor. Bu inancı en iyi yansıtan konulardan bir tanesi de tarih içersin de sarf edilen sözler. Bu sözler o insanların Gök-Tanrı konusunda ne düşündükleri, neye inandıkları konusunda bize bilgiler vermekte. Bunun yanında yapılan törenlerde de Gök-Tanrının farklı bir yeri olduğu da görülmekte. Ona yapılan sunular, törenler yılın belli zamanında yapılmakta. Bu törenleri şamanların yönetememesi de ilginç bir ayrıntı. Şamanlar yer-sulara, diğer semavi varlıklara sunu sunsalar, kurban kesseler de Gök-Tanrı oldu mu orada bir şey yapamıyorlar. Buda bu inancın şamanik unsurlardan farklı bir konuma sokuyor. Zaten mitoloji kitaplarında da Gök-Tanrıyı anlatan bir mitoloji var bir de ayrı olarak şamanların oluşturdukları bir şamanik mitolojik inanç sistemi var. Gök-Tanrı inancını araştırırken şunu da fark ettim. Daha öncede şuan yaşadığımız topluluk içinde yapılan bazı uygulamaların eski inançlardan dönüşerek devam ettiğini yada kalıntıları olduğunu söylemiştim. Gök-Tanrı inancıda aslında günümüzde yoğun bir şekilde devam etmekte. Türkler islam dünyası içine girdikten sonrada Tanrı konusunda söyledikleri, düşündükleri olgu ile eski inançtaki Gök-Tanrı olgusu bana çok benzer geldi. Bundan dolayı Türkler Tanrıya bu kadar bağlı olduklarını düşünmeye başladım. Her şeyin onun taktiri olduğunu, yönetim anlayışının Tanrının verdiği kut dan ileri gelmesi ( bu inanç gerçi birebir devam etmiştir), kötünün ve iyinin onun tarafından verildiği, her şeyin üstündeki tek varlık olduğu, her zaman bizim üstümüzde yani Gökte olduğu düşüncesi gibi bir çok İslamda da halen mevcut olan düşünceler eski Gök Tanrı inancından geldiğini anladım. 

Bu kitabı konu ile alakalı kitap olarak size önermeyeceğim. Bu araştırma konusu da yeni çalışmalar gelene kadar burada sonlandı. Sırada ki Türk inançları konusunda yine çok tartışmalı olan Şamanizm konusunu araştıracağım.

22 Şubat 2018 Perşembe

Orion Kitap Fuarı


Yeni bir fuar yazısı ile buradayım. Bugünlerde pek işlerden dolayı kitap yazısı giremesem de arkada bir ton size anlatmak istediğim kitap beklemekte. Bu sefer ki kitap fuarı çorlu da bulunan bir avm tarafından düzenlendi. Aslında kitap fuarı denilemez ama sunuluş bu şekilde olduğu için bende bu şekilde kullandım. Daha önce size bahsettiğim Trakya Kitap Fuarı yazında, fuarın ne kadar kötü bir organizasyona sahip olduğunu size anlatmıştım. Bu sefer orion (avm'nin ismi) reklamlarda bu işi yapacak gibi gösterdi. Tabi iş fuar başlayınca ortaya çıktı. Kiminle anlaştıklarını bilmiyorum ama bir kitapçı ile anlaşıp belli yerlere kitap standı kurmak ile pek kitap fuarı olmaz. Kitap çeşitliliğinden az, bilinmeyen yayınlarlar ve gelecek yazarların kitaplarından başka hiç bir şey yok. Üstüne indirimde yok. Sadece kitap olarak işe baktığımızda etkinliğin ismi kitap fuarı olduğu için kitapların bir görsel materyal olarak orada olduğunu görüyorsunuz. Bu işi becerememişler kitaplar konusunda.



Yazarlar konusunda ise çorluda gerçekleşen büyük şehir, ilçe ve sanayi odasının desteğini alan Trakya Kitap Fuarından daha başarılı bir yazar portföyü hazırlamışlar. Bu fuarın taktir edilebilir kısmı olmuş. Tabi kitap imzalatmaya gittiğinizde bu işin kültürel bir etkinlik olmadığını anlıyorsunuz. Kitap fuarlarına giden insanlarlar bilirler ki orada yazarlarla sohbet edersiniz, kitapları hakkında, merak ettiğini konular hakkında konuşursunuz. Burada böyle bir şey göremedim. Gerçi ben iş dolayısı ile sadece İlber Ortaylı imza gününe gidebildim. Onda da çok sıra vardı ve hoca ile sohbet etmenize bir kelime konuşmanıza müsade etmiyorlardı. Sadece kitabı alıyorlar hocanın önüne veriyorlar imzalatıyorlar. Bende hocanın yeni çıkan kitabı Gazi Mustafa Kemal Atatürk kitabını imzalattım.


Genel olarak baktığımda bu olayın kültürel bir etkinlik yerine daha çok maddi çıkarlar doğrultusunda, çok özen gösterilmeden yapılan bir etkinlik olarak gördüm. Zaten dar olan alanda ne kadar geniş bir kitap etkinliği olabilir oda ayrı bir konu. Umuyorum ki zaman içinde uzun süre devam eden kitap fuarlarından bir ders alarak daha iyi bir kitap fuarı etkinliği gerçekleştirebilirler.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...