24 Ağustos 2014 Pazar

ALTININ GÜCÜ




Kağıt hiçbir zaman para olmaz ancak mevcut maden veyahut 
ürünlerin değerlerini temsil edecek bir işaret olarak kullanılır.
                                                                                                                         Ma Twan-Li 


Altın insanın bilinç kazanıp, medeniyetler oluşturması ile ortaya çıkmış bir madendir. Fiziksel özelliği yumuşak olduğu için günlük hayatta bu metalden bir alet üretip kullanmaya uygun değil. Çabuk eriyebilen ve parlaklığını yüzyıllar geçse de kaybetmeyen, insanların içlerinde ki hırsa, güzelliğe, biriktirmeye ve elde etmeyi körükleyen bir metal. Günümüze kadarda değerinden ve insanlara hissettirdiği duygulardan hiç bir şey kaybetmeyip. Üzerine daha çok değer katmış bir metal. 

Altının ilk insan kullanımında görülme zamanı Sümerlilere dayanıyor. Ama insan doğasını etkileyip, onu elde etmek için her yolun denenmesi Mısırlılarda başlıyor. İnsanlar o kadar etkileniyor ki bu metalden kendi derilerine altın ile pullayarak onun gibi parlak ve çekici olmak istiyorlar. Kudretlerinin simgesi olarak altından büyük heykeller ve mabetler yapıyorlar. Bunun yanında bol miktarda ziynet eşyası olarak da üretiliyor. Genelde kral, kraliçe ve rahipler kullandığı için bir dönem kutsiyette kazanıyor. 

Altını para olarak kullanan ilk olarak Sümerliler fakat onlar sikke şeklinde kullanmıyorlar. Altını para olarak ticaret dolaşımına ilk olarak Lidyalılar sunuyorlar. Mükemmelleşmesi ise ve ilk defa tek boyut ve tek şekil haline gelmesi Pers imparatorluğunda Darius zamanında oluyor. İlk defa para üzerine bir kişini resmi basılması yine bu dönemde, Darius kendi resmini altın sikkeler üzerine bastırıyor. Altın parada ilk defa değerini düşürme yani sikkenin içindeki altın miktarını azaltma işine Romanlılar girişiyor. Artık mal elde etmek, süslenme ve yüksek harcama dengesini karşılayamayan devlet altında bulamadığı için dışarıdan mecburen bu yolla başvuruyorlar. 

Hep merak ettiğim madeni paraların neden kenarları tırtıklı konusununda aslında tarihsel bir nedeni olduğunu öğrendim. Altın sikkeleri zamanla kolay para kazanmak isteyenler kenarlarından kazıyarak sikkeden altın çalma yoluna gitmişler. Devlet ne kadar ölüm cezası verse de ve ne kadar insanı assa da bu sikkelerin kenarlarından kazınarak altının çalınması olayını engelleyememiş. En sonunda sikkelerin kenarlarının kazınıp kazınmadığının anlaşılması için kenarları şuan madeni paralarda olduğu gibi tırtıklı yapılmış.

Altın ile ilgili en ilginç ölüm Roma komutanın para hırsına karşı Part devleti ile yaptığı savaş sonucu yakalanıp, boğazından aşağıya erimiş altın dökülüyor. En büyük harcama ise 136 ton altın harcanarak Ayasofya'yı inşa etmek.

Kitapta bazı bölümler fazlaca Avrupa tarihine giriyor. Bu kısımlarda fazla bir altının öyküsü değilde belli zamanlarda Avrupa da gerçekleşen olaylar sonucunda iktisadi ve sosyal olarak nasıl etkilediğini göstermek istemiş yazar. Fakat bazı anlatımlar gereksiz gördüm ben. İspanyolların Peru'yu işgal etmesi sonucu İnkaları altın içinde nasıl öldürdükleri de anlatmış. İnkaların altın ile yaptığı sanat eserlerinin de çok az bir kısmının olduğu şekilde kaldığı geri kalan tüm altın eşyaların eritilip sikke haline dönüştürülmüş.

Avrupa bu kadar çok altını kendi kıtalarına taşımalarına rağmen çok ilginç olarak ülkeler zenginleşmemiş, altın hareketi doğuya doğru kayarak yine Avrupa'nın elinden çıkmış. Uzak doğundan yapılan ticaret altın ile gerçekleşmiş ama uzak doğuya giden altın geri Avrupa'ya dönmemiş. Bu zamanlarda ilginç olarak uzak doğuda ki devletler para olarak altın kullanmıyorlar. Bu nedenle ülkeye giren altın süs eşyası olarak kullanıma dönüştürüyor. Bu ülkelerde ilk baş bakır gibi madenlerden para basılmış özellikle Çin de daha sonra daha ucuz ve kolay bir yol olan kağıt paraya ilk geçen Çin devleti olmuş. Daha sonra onları Moğol devleti izlemiş. Tabi bu zamanda kağıt paranın karşılığı devlet tarafından altın olarak ödenebiliyor. Bundan dolayı kağıt para altın para kadar değerli olarak kullanılıyor. Daha sonra ABD kağıt paranın altın karşılığını keserek günümüzde ki kağıt para şekline getirmiş. 

Kitabı iki kısma ayırmak mümkün. İlk kısım altının tarihsel serüveni, ikinci kısım ise iktisat tarihi denebilir. İkinci kısım yine altına dayalı devam etse de artık altın devletlerin ekonomik güç simgesi olarak merkez bankalarında külçeler halinde saklanmakta. Buna dayalı olarak ekonomileri etkileyen olayları ve gelişimleri anlatıyor ikinci bölümde. Ben bu bölümde biraz sıkıldım. Ama ilk bölüm altının zaman içinde aldığı yol çok ilgi çekici. 

Yazar kitabında altın konusunda iki konuya değinmemiş. Birinci simya ilminde altının önemi ve tarihsel durumu. İkincisi ise artık teknolojinin gelişmesi ile altının teknolojik olarak kullanımı. Daha çok altının para olarak gücü üzerinde durulmuş. Fakat bunlarda olsaydı ikinci bölümün yarısı yerine altın elde etmek için simyacıların neler yaptıkları, Newton'un bile simya ilmi ile uğraştığı, kurşundan altın elde edilme uğraşı gibi konularda ilgi çekebilirdi. Yinede altının serüvenini merak edenler için okunabilir bir kitap.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

5000 Yıllık Sümer-Türkmen Bağları





Sümer medeniyeti çok önemli bir konu. Çünkü Avrupa medeniyetin Yunanlılardan çıktığını düşünüyorlar. Onların teknolojiyi, tanrılar sistemini, bilimin temellerini attığını, devlet fikrinin buralarda yeşerdiğini, Avrupa medeniyetinin başlangıcının Yunanlılar olduğunu savunuyorlar. Mesela dik üçgenin en uzun kenarını bulmak için uygulanan yöntemi bize Yunanlılardan Pisagor isimli bir bilginin bulduğunu söylenir ve teoremin isminin de pisagor teoremi olarak geçer. Sümer kazılarında bulunan bir tablette Pisagor bağıntısının aynısı bulunmuştur. Buda bu teoremin Sümerliler zamanında bulunduğu sonra diğer medeniyetlere geçerek Yunanlılara kadar geldiğini gösteriyor. Fakat Pisagor bunu ben buldum diyerek sanırım intihalin ilk örneğini gösteriyor tarihte bize.

Sümerliler  MÖ 4000-2000 yıllarında yaşamışlarsa da etkileri geniş bir alana yayılmış ve günümüze kadar gelmiştir. Bunun yanında Sümer konusunda bizim dikkatimizi ilk çeken ve Sümer araştırmalarının yapılmasına önem gösteren Atatürk'ün neden bu medeniyetin öğrenilmesi gerektiğini bu medeniyeti öğrendikçe anlaşılıyor. 

Sümer konusunu okumaya karar verdiğimde Muazzez İlmiye Çığ Sümerlilerin Türk olabileceğini, dillerinin farklı olduğunu, geleneklerinin etrafındaki hiç bir medeniyete benzemediğini, teknolojilerinin başka bir yerden getirdiklerini söyleyip bununla ilgili araştırmaların durduğunu ve daha fazla araştırma yapılması gerektiğini söylüyor. Atatürk'te okuduğu kitaplardan Sümer dilinin Ural-Altay dilleri gibi olduğunu görerek ve diğer özelliklerini benzeterek Sumer medeniyetini Türk olabileceğini düşünerek araştırmalar yaptırıyor. Bizde akademik çevrede bu araştırmalar bitse de bazı araştırmacılar ve akademisyenler Sümer-Türk bağını araştırmaya devam ediyor. Bu kitapta bunlardan bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor.

Peki neden Sumer-Türk bağlantısının araştırılması bu kadar önemli. Adamlar Türk olsa ne olur olmasa ne olur diyenler vardır. Avrupa Osmanlı zamanında da, Cumhuriyet kurulduktan sonra da Türklerin Anadolu topraklarına Asya'dan geldikleri ve daha önce bir medeniyete sahip olmadıkları, işgalci ve göçebe olduklarını savunuyorlar. Bunu da bilimsel yöntemler ile kanıtlamaya çalışıyorlar. Tabi bu bilimsel bakış yine kendilerince delillere bakma ve yorumlama şeklinde gidiyor. Allahtan gerçek bilim adamları var, gerçeğe sadık kalan. Anadolu ve Mezopotamya da ne kadar medeniyet varsa Avrupa kendine mal etme çabasına girişiyor ve bu çabalarını günümüzde de devam ettiriyor. Bundan dolayı Türk milleti kendi kendi tarihini hemde yaşadığımız coğrafya da ki tarihi iyi bilmeli ve araştırmalıdır. 

Asya da buzul sonrası büyük göllerin kanıtlanmaya başlanması ile araştırmacılar bu bölgelerde kazı çalışmaları yapmaya başlıyorlar. Bu kazılar sonucunda bu göllerin yakınında yerleşik, tarım yapabilen, metalleri işleyebilen gelişmiş bir medeniyet ortaya çıkıyor. Hemde yapılan araştırmalarda bu medeniyetin Sümerlilerden eski ve aynı döneme denk gelen gelişim evrelerinin olduğu saptanıyor. Bunun yanında Anadolu, Mezopotamya da bulunan koyun ve buğday türlerinin Asya kökenli olduğunu keşfediyorlar. Bu kültürün bir yazısı olamadığı için kim oldukları, kendilerine ne dediklerini bilmiyoruz. Bundan dolayı bilim adamları bulunduğu bölgeye göre bu kültüre Anav (Anau, Anu ) kültürü diyorlar. Bu bölgede MÖ 8000 yıllarında tarıma başlandığı, MÖ 8000-6800 yıllarında hayvanın ehlileştiği tespit ediliyor. Bir çok ilk gelişme Sümerden önce bu medeniyette gözükmeye başlıyor. 

Buzul çağının MÖ 12500 bitiminden sonra büyük tatlı su gölleri oluştuğunu fakat daha sonra çeşitli nedenlerle bu tatlı su göllerine gelen kaynakların kesilmesi ve MÖ 6200'ler de mini buzul çağının başlaması ile iç Asya da ki büyük göller buharlaşıyor. Kitap işte bunu anlatan bir makale ile başlıyor yolculuğa. Bunu okuyunca da Sümer toplumunun bu yoldan geldiğine dair kanıt olmasa da aklınızda bir göç yolu beliriyor Mezopotamya'ya kadar. 

Sümer toplumu Mezopotamya'ya Asya taraflarından geldiği biliniyor. Geldiklerinde tarım yapmayı, inşa etmeyi, bentler kurmayı, Mezopotamya da taşın çok az olamasına rağmen taş ustalığını biliyorlar. Dillerinin bitişimli bir dil olduğu biliniyor yani Ural-Altay dil grubundaki diller gibi olduğu. Gelişmiş bir tanrılar sisteminin olduğu ve baş tanrıların yanında bir çok ufak tanrıların olduğu. Hikayeleri ve destanları biliniyor. İşte burada karşılaştırma metodu ile Türk kültüründe bulunan destanlar, inanç sistemi ve dil konusu incelenerek Sumer-Türk ilişkisi araştırılıyor. Çok sayıda farklı konularda benzerlik ilişkisi kuruluyor. 


Bugün Sümer çivi yazısının okunması konusunda en büyük yanlış ve eksiklik az sesli harfi bulunan bir dili referans alarak Sumer yazılarını okumaya çalışmamız. Akkadlar ve onların devamı olan Sami ırktan bu medeniyetler Sumer toplumunu asimile ettikten sonra Sumer tabletlerini kendi kütüphanelerine kaldırıyorlar ve tabletleri kendi dillerine çeviriyorlar. Bizde Asur (Sami ırk) dilinin yardımıyla karşılaştırmalı olarak Sumer tabletlerini okuyoruz. Fakat bu sami dilinde çok sesli harf yok bugünkü Arapça da olduğu gibi ama Sumer dili hem eklemeli hemde çok sesli harf içeren bir dil. Böylelikle tam bir çeviri olmuyor. Kitap bu konulara çok güzel değinmiş ve çok geniş bir dil bilgisi karşılaştırması yapıyor. Sumer dilinin Türkçe lehçeleri kullanılarak okuma çalışmaları da yapıyor. En ünlüsü ve Türk dilini MÖ 3000 yılına taşımasını sağlayan Osman Nedim Tuna'nın bilimsel olarak sunduğu ve kabul olunan kitabıdır. Ses değişimlerini bilimsel olarak göstererek Sumer-Türk dili arasındaki ortak kelimeleri tespit etmiştir.



Okumalar sonrasında Sumer'in en büyük tanrısının isminin Dingir olması diğer isminin Anu olması manasının ise Türklerde ki Tengri ve gök manasına gelmesi en büyük ilişkilerden bir tanesidir. Bunun yanında Tanrılar sisteminin Türk Göktanrı inancına benzediği gösterilmiştir. Dağların kutsal olması, ayinlerin Türkler de dağlarda yapılması fakat Mezopotamya da dağ bulunmaması Sumer toplumunun yapay dağlar yapmaya yöneltmiş bu yerleri hem inanç merkezi hemde gözlem yeri olarak kullanmışlardır. Bu yerler Ziggurat denilen basamaklı piramitlerdir. Genelde Babil kulesi diye incil de ve hikayelerde geçen yapı budur. 

Bunların yanında yer isimleri, destanlar ve hikayeler, hayvanlar, sayılar ve takvim şekilleri karşılaştırılmıştır. Sümer toplumu altı esasına dayanan sayı sistemi ile bugün bizim kullandığımız yıl, saat ve dakika sisteminin kurucularıdır. Bugünkü şekilde kullandığımız yıl takvimini hesaplamışlar. Türklerde de 12 hayvanlı takvimin ve sayı sisteminin benzerliğine değinilmiştir. 

Kitapta bir şey çok dikkatimi çekti. Türkmence diye bir dilden bahsediyor yazar. Benim bildiğim Türkmence diye bir dil yok, bunun yanında Türkmen diyor ırka da, Türk kültürü  ve Türkçenin lehçeleri vardır bu kullanım çok yanlış geldi. Nasıl Azerice diye bir dil yoktur Azeri Türkçesi vardır bununda bu şekilde kullanılması hoş olmamış.

Bu karşılaştırma ve inceleme konusunda güzel bir kitap. Fakat kitabın baskısı yok. Piyasada da pek bulunmuyor. Ben 1 yıl aradım ve karşıma çıkar çıkmaz almıştım. Eğer kitabı fiziksel olarak bulamazsanız. Özet olarak pdf formatın da internette rastlamıştım ama bunu da bulması kolay değil. Sümer konusunu merak eden ve Türk ilişkisi üzerine düşünenlerin bulup okumalarını öneririm. Arayan insan her şeyi bulur kitabı da mevlasını da :)






1 Ağustos 2014 Cuma

Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği




Sumerliler MÖ 4000 Mezopotamya'ya yerleşmiş  bir toplum. Yazıyı bulmuş ve bunu günlük yazı dahil olmak üzere tabletlere geçirmiş, tanrılar inanışını geliştirmiş, gökyüzünü incelemiş, sayma sistemi geliştirmiş önemli ve gelişmiş bir medeniyettir. Kendinden sonraki medeniyetlere ve günümüze daha burada saymadığım bir çok önemli etkileri olmuştur.  Bunlardan bir tanesi de günümüzde ki dinlere etkisidir.

Yahudilerin Babil krallığına esir düşmesiyle birlikte bu topaklarda ki kültürleri öğrenmiş ve zamanla benimsemişler. Sonra kendi özgürlüklerini kazanıp İsrail'e döndüklerinde bunları kendi din kitapları içine eklemişler. Sumer etkisi en çok Yahudilerde net olarak görülüyor ve bugünkü Tevratta ki anlatılarda bir çok Sumer tanrı hikayesi Tevrata değiştirilerek eklenmiş. Bundan sonra da Hristiyanlık ve İslam kültürüne girmiş bazı hikayeler ve davranışlar. 


Mabet fahişeliği ise Sumer kültüründe çok büyük öneme sahip bir gelenektir. Sumer savaş ve aşk tanrıçası İnanna ile hayvanların ve çobanların tanrısı Dumuzinin birleşip doğaya yeniden hayat vermesini simgeler. Her baharda Dumizi esir tutulduğu yer altından çıkarak karısı İnanna ile birleşerek doğanın yeşermesini ve hayvanların yeniden doğrumasını sağlıyorlar. Bu kutsal evlenme töreni Sumer krallı ile mabedin başrahibesi her bahar mevsiminde sembolik olarak gerçekleştirirler. Böylelikle tanrılar gücendirilmeyecek ve her bahar geldiğinde ekinler yeşerecek, hayvanlar yeni yavrular verecektir.

Mabet fahişeliğinin halka taşınması  Akad (Sami ırk ) döneminde 1. Sargon zamanında başlamış bir olay. Bu gelenek MÖ 1800 kadar sürmüş. Babill döneminde  kadınlar evlenmeden önce mutlaka mabede gidip bu kutsal fahişelik görevlerini yerine getirmeleri gerekiyor. Eğer bu görevi yerine getiremezlerse evlenemiyorlar. Kutsal fahişelik Sumer toplumunda halka ait değil. Sumer kanunlarında anlaşıldığı üzere bekaret çok önemli ve bekaretini önceden kaybedip evlenen bir kadın boşanmak istediği zaman belirlenen kanunsal nafakanın ancak yarısını alabiliyor. Mabet fahişeliği bir meslek olarak yapılıyor Sumer toplumunda ve mabetteki rahibeler gönüllü olarak katılıyorlar.

Bu rahibeleri diğer rahibelerden ayırmak için başları örtülüyor. MÖ 1600 yılında Asur (Sami ırk, Akadların devamı ) kralının çıkardığı bir kanun ile evli ve dul kadınların başları örtülmesi sağlanıyor. Bunun sebebi de evli ve dul kadınlarında mabet fahişeleri gibi kutsal seks yaptıklarından kutsallaştırılıyor. Sokak fahişeleri örtünürse çok ağır bir ceza veriliyor. Çünkü bu olay kutsal bir neden için yapılıyor ve para için seks yapanların bu kutsuyetinin olmadığı düşünülüyor. 

Mabet fahişeliği İsrail'e geçtikten sonra kaldırılmaya çalışıyor. Fakat uzun bir süre engellemiyor. Bunun etkileri ve devamı yakın tarihe kadar devam ediyor. Mabet fahişeliği görevi Sumerli rahibelerden Akad toplumuna geçip genelleşiyor. Oradan Babil'e geçiyor ve Babil'e sürgün gelen İsrail toplumu tarafından alınıp daha sonra serbest bırakıldıklarında bu kültürü İsrail topraklarına taşıyorlar. Bu kültür Hititlilerde, Yunanlılarda, Afrika toplumlarında ve günümüze kadar bir çok yerde gözüküyor. 

Bu kitapla birlikte Muazzez İlmiye Çığ'ın iki kitabını da beraber okumanızı tavsiye ediyorum. Hepsi Sumerlilerin din üzerine etkisi üzerine yazılmış kitaplar.





Not 1: Sümerliler konusunda ileride bilgilendirici bir yazıda yazacağım. Bu medeniyeti öğrenmek isteyenlerin hangi kaynakları okuması gerektiğini de ekleyeceğim.

Not 2: Din konusu çok hassas bir konu olduğu için yazıda ben kendi yorumumu katmadan yazdım. Fakat her şeye de din deyipte körü körüne inanılmaması gerektiğini de belirtmek istiyorum. 



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...