28 Aralık 2017 Perşembe

Gök-Tanrı İnancının Bilinmeyenleri



Gök Tanrı kısıtlı tarihi veriler nedeyle derinlemesine inilemeyen bir inanç. Genel olarak bir kaç kaynaktan nasıl bir yapıda olduğu anlaşılıyor. Fakat günümüzde bu çalışmayı yapmak onun gerçekte o dönemlerde nasıl olduğunu anlamaya elbet yardımcı olacaktır. Ama bugün alınan inanç verileri Gök Tanrı inancının artık farklılaşmış bir halidir. Orjinalliğini ne kadar koruduğu ise şüphelidir.

Bu uzun araştırmada Gök Tanrı inancının nasıl olduğunu anlayama çalıştım. Bu yolda Türk Mitolojisi, Eski Türk inançları konularını okuduktan sonra Gök Tanrı üzerine ayrı bir araştırma yapma ihtiyacı hissettim. Eski Türk Dini konusunda parça parça bazı yerlerde değinilmiş, Mitolojide bazı yerlerde görülmüştü bu inanç hakkındaki detaylar. Ama daha derine inmek istediğimde acaba bu nedir dediğimde bu konu hakkında daha ayrıntılı okumak gerektiğini gördüm. Çünkü Tengri inancı acaba tek tanrılı bir inanç mıydı yoksa çok tanrılı bir inanç mıydı. Gibi sorularında cevabını bulmaktı. Çünkü işin içine girdikçe genel kanılardan başka araştırmacılarında kendi aralarında fikir ayrılığı mevcuttu. Bazı araştırmacılar Türklerde bir tanrılar panteonun olduğunu söylerken, diğer araştırmacılar ise Gök Tanrının en kutsal olduğunu, diğer tanrılarında semavi dereceli varlıklar olduğunu savunuyorlar. Benim şimdiye kadar araştırmalarımda da  ikincisi bana daha yakın göründü. Tabi bunun psikolojik bir çağrışım olduğunu da söyleyenler var. Tek tanrılı bir inanç sistemi içinde bulunduğumuz için konuyu incelerken Gök Tanrıyı da ona benzetme yoluna gidildiğinden bahsediliyor. Daha önceki kitaplarda da bahsettiğim üzere Gök Tanrının diğer tanrılardan ve ruhlardan çok farklı yerde olduğunu da söylemiştim. Bunlardan sonra özel olarak bu konuyu araştıran kitapları okuduğumda aslında Asya da halen devam eden bu inancın zaman içinde çok farklı bir boyut haline geldiğini öğrenmiş oldum. İşte burada tarihte ki gök Tanrı inancı ile şimdi bulunan Tanrıcılık inancını bir birinden ayırmak gerektiğini düşünüyorum.

Bu okuduğum kitapta da yazar bir yüksek lisans tezi olarak tanrıcılık konusunu araştırmış. Altay Bilik kitabında olduğu gibi bu kitapta da Asya da bulunan bir Kam ile görüşmelerde bulunmuş. Bu konular hakkında kendisinden bilgiler alarak Tanrıcılık dinin nasıl bir yapıya sahip olduğunu, inancın temellerini, dünya görüşünü ve mitolojisi hakkında bize bilgiler vermeye çalışmış. Burada tabi insanlar bir başka yanlışın içine de düşüyorlar. İnsanlar genelde yaşadıkları toprakları kutsal sayarlar. Bu Türk toplumundan büyük öneme sahip olduğu gibi her millette de geçerli olan bir düşüncedir. Bundan dolayı şuan Tanrıcılık inancına sahip Asya da bulunan insanlar bu inancı anlatırken Altay'ın ulu olduğunu anlatırlar. Bunun üzerine her şeyin oradan başladığını ve oraya gideceği üzerine bir yapı oluştururlar. Tarihi dönemler boyunca Türkler için bir çok yer kutsal sayılmıştır. Bunlar Ötüken olduğu gibi Tanrı Dağları da olmuştur. Bu özellikleri yaşadıkları bir çok coğrafi mekana da taşımışlar oradaki yerleri de zaman içinde ulu saymışlardır. Bundan bahsetmemin sebebi Türklerin ilk yurdunun Altay olduğu teorisi artık hükmünü kaybetmeye başlayan bir meseledir. Bunu ileri ki zamanlarda değineceğiz. Bundan dolayı eğer ki Gök Tanrı inancı geçmişi olan bir inanç ise bunun Altaylarda vuku bulması mümkün gözükmüyor. Bundan dolayı burada yaşan insanların anlattıkları artık yerel Tanrıcılık meselesi kendi kabile inancına ( islam da olduğu gibi mezhep'e) dönüşmüştür. Bunu bence iyi ayırt etmek gerekiyor. Bu kitapta da anlatılanlarda gördüğüm Türk Din Etnolojisi kitabında bahsettiğim Ak Can ( Ak Din ) inancıdır. Bundan dolayı şuan yaşanan Tanrıcılık inancının eski zamanda Türklerin inandıkları Gök Tanrı inancını tamamen yansıtmamaktadır.

Ak Din konusunda bilgi almak isteyenlerin okuyabileceği bir kitap. En azından nasıl bir şekilde oluştuğu, düşünce yapısı ve sistemi hakkında biraz bilgi edinilebilir. Gök Tanrı dini konusunda ise okunacak bir eser olarak tavsiye etmiyorum.

20 Kasım 2017 Pazartesi

Altay Bilik



Bu kitabı Altay da bulunan halkların eski Türk inançları üzerine yapılan bir çalışma olarak okuma listesine eklemiştim. Fakat beni hayal kırıklığına uğrattı. Kitap Altay'da yaşan bir Türk tarafından yazılsa da anlatılan inançlar eski değil yeniyi daha çok andırmakta. Diğer kitapların aksine farklı ve son dönemde oluşmuş inançlar, isimler üzerine kurulmuş. Oluşturulan mitoloji Türklerin daha önce incelediğim imparatorluk mitolojisinden tamamen ayrılmış. Artık bir bölge, boy mitolojisine dönüşmüş.

Türk mitolojisi kitaplarını okurken iki tür mitolojinin zaman içinde ortaya çıktığını görmüştük. Birincisi eski Türklerin genel mitolojisi, ikincisi ise şamanizm'in oluşturduğu bir mitoloji. Şamanizm zaman içersin de kendi mitolojisini oluşturmuş ve tanrılar sistemini kurmuş. Bundan dolayı Türk mitolojisinde geçen tanrılar, yer-sular ve mitolojik anlatılar farklılıklar gösteriyor. Bunun yanında kitapta geçen Altay Mitolojisi şamanizm, lamanizm, burhanizm ve hristiyanlık gibi eski Asya'ya gelen dinlerden etkilenmiş. Etkilenmeden dolayı mitolojik anlatılarda değişmiş. Eski Türk Mitolojisinden kopmuş. Zamanla farklı bir anlayış haline gelmiş.

Kitapta aradığım Eski Türk inancı ve Tengri ile ilgili bilgiyi ben bulamadım. Yazar ve çevirmen ne kadar da şuanda bulunan inancın kadim Altay inancı olduğunu savunsa da bizim mitolojimiz ile bağlantısı azalmış. Eski Türk inancı ve Tengri konusunda önereceğim bir kitap değil. Fakat şuanda Altay da yaşanan inanacın nasıl olduğunu öğrenmek için okunabilir belki. Buda size belli bir bölgenin inancını sunacaktır. Bu bağlamda merak edenler bakabilir. 

11 Kasım 2017 Cumartesi

Tüyap Kitap Fuarı 2017


Artık her senelik ritüelimiz haline gelen Tüyap kitap fuarına da bu sene katıldık. Bir kaç ay önceden başlayan planlarımız ve listelerimiz. Hangi gün gideceğimizi kararlaştırmamız. Kimlerin imza gününe geleceği üzerine konuşmamız. En sonunda işlerde vakit bularak geçen pazar fuara gitmeye karar verdik. Bu sefer yaptığım listede fazla bir kitap eklemedim. Önümde okuyacağım konu ile alakalı bir kaç kitap eklemiştim. Kitapların olacağından da pek umutlu değildim açıkçası. Bir de geçen ay Enpara'nın kitap üzerine yaptığı kampanya ile iki farklı hesaptan birkaç istediğim kitabı edinmiştim.

Fuar alanına gittiğimizde fazla bir kalabalık ile karşılaşmadık. Her sene olduğu gibi elimizde liste ilk girdiğimiz salondan yayıncıları gezmeye başladık. Bu arada diğer yazılarımı okuduysanız aldığımız kitapların miktarını görmüşünüzdür. Bizde iki sene önce baktık fuara gelen bazı kişiler bavullar ve pazar arabası ile geliyor. Bizde geçen sene dedik bir tane pazar arabası alalım. Gerçekten çok fazla işe yarıyor. Çok kitap alıyorsanız kesinlikle tavsiye ederim. Araya bunu da sıkıştırdıktan sonra. İlk yaptığımız işlerden bir tanesi %25 indirim yapan yayın evlerine hiç uğramadık. Onları direk atlayarak gezdik. Her zaman bahsettiğimiz gibi internet kitapçılarında fuarda ki yayıncıdan daha fazla indirim yapıyorlar. Gidip orada daha fazla para verip kitap almanın manası yok hemde o kadar kitabı taşımanın. Bu yayıncıların stantlarına gittiğimizde illa bizi cezbedeceğini bildiğimiz içinde uğramadık. Bu bize çok zaman kazandırdı. Hemde az kitap almamızı sağladı. Bu sene dikkatimi çeken şey ise geçen seneye göre bu sene yayıncıların gerçekten fazla indirim yapmaları oldu. Can, İmge, Pegasus gibi yayın evleri kitaplarında genel ve kısıtlı kitaplardan baya bir indirim yapmışlar. Bu çok dikkatimi çekti. İmge ile geçen sene yaptığı %20 indirim yüzünden tartışma bile yaşamıştım. Bu sene %30 indirimi görünce şaşırdım doğrusu. Can %30, Pegasus bazı kitaplar da %50 indirim yapmışlar. Bazı yayın evleri de bazı kitaplarına 5-10 TL stantları kurmuşlar. Bu uygulamada güzel olmuş. Yayıncılar isterlerse nasıl internet kitapçıları gibi indirim yapabildiklerini bu şekilde görmüş olduk. Tabi yinede en fazla indirimi yapan kurumlar devlet kurumlarıydı. 

Aldıklarıma gelecek olursak yukarıda da bahsettiğim gibi yaptığım listeden bir tane bile kitap alamadım :) Kronik yayınlarından İlber Hoca imza gününe geldiği için oradan iki tane kitap aldım. Fazla bir indirimleri yoktu ama bu senede dedim İlber Hoca gelmişken bir imzalatalım. Her zaman indirim yapmayan oğlak yayınları da bu sene güzel indirim yapmış. Buradan Üç Silahşörler 20 yıl sonrayı aldım. Bir de sos kitabı aldım ama o burada yok. Tubitak zaten yıllardır durgunluğunu koruyor. Eski kitaplarından iki tanesini sanırım yeniden basmışlar. Bunlardan bir tanesi de Ernst E Hirsch'in Anılarım adlı kitabı. Bu da benim kitaplarım arasında yoktu. Yeniden basılmışken aldım. Eski Türk tarihine gireceğim için Ötüken'den Bozkır Kavimlerini aldım. Asi Kitapta Şaman adlı yeni bir araştırma kitabı çıkmıştır şamanizm konusunda. Hakaslı bir araştırmacı tarafından yapılmış. Yazarı da oradaydı. Kendisi ile ayak üstü şamanizm, Tengri ve eski Türk inançları konusunda sohbet ettik. Kendi yazdığı kitabın hem işin içinden gelen birinin gözünden hemde eleştirel bir bakış açısı ile yazdığını belirtti. Bende diğer yazılmış şamanizm üzerine kitaplar ile okuyup size geri döneceğim diyerek kitabı imzalı olarak aldım. TDK da bu sene pek ilgimi çeken yayın olmadı. Geçen seneden aklımda kalan Hüseyin Namık Orkun'un Eski Türk Yazıtlarını aldım. Türk tarihine giriş yapacağım için bu kitabı da kütüphaneye eklemek gerekiyor. TTK en yüklü aldığım yer oldu. Son zamanlarda yayınları artırarak ve eski yayınlarını da tekrar basarak güzel bir yol aldı. Her sene yaptığı %50 indirim de devam etti. Bir çıkardıkları kitapların çoğunu ciltli çıkarıyorlar bu çok güzel bir olay. Daha okuma sırası gelmedi ama sonra bir daha bulamam diye Genç Roma ve Bizans tarihini anlatan iki kitap aldım. Uzun zamandır listemde olan sahaflarda yüksek fiyat verdiği için almadığım Anadolu'nun Coğrafyasını aldım. Troya okumaları bittiği için sırada Etrüksler vardı onla ilgili sempozyumun baskılı metini de kaçırmadım. Fuarda beni en çok sevindiren kitap TTK dan aldığım Eski Tang Tarihi oldu. Baskısı yoktu ve çok yüksek fiyatlara sahaflardan satılıyordu. Çıkacağından da hiç umudum yoktu. Bir anda onu orada rastlandı eseri bulunca hemen aldım. Son olarak da Arkeoloji ve Sanat yayınlarından Attila kitabını aldım. Burada görünmese de Dex yayınlarında Brandon Sanderson'un Steelheart kitabının serisini aldım. Oda kız arkadaşımda kaldı. Geçen senlere göre fazla kitap almadan bu seneyi de kapatmış oldum böylelikle.

Son senelere nazaran bu sene Tüyap kitap fuarı beni daha fazla okuyucu yanlısı olarak karşıladı. Daha fazlasını yapabilirler mi, bence kesinlikle yapabilirler. Hepsi stant maliyetlerini bahane etseler de Pinhan, Ötüken gibi yayıncılar nasıl daha fazla indirim yapabiliyorsa onlarda yapabilir. Yinede bu gelişme güzel bir yola gidiyor diye umudumu korumak istiyorum. Seneye daha fazlası ile umarım devam eder. 





30 Ekim 2017 Pazartesi

Trakya Kitap Fuarı



Bu yıl Çorlu Belediyesi ve ÇSO tarafından desteklenerek düzenlenen Trakya Kitap Fuarını ilk gördüğümde çok sevindim. Bir çok ilde kitap fuarı etkinliği oluyor fakat Tekirdağ da böyle bir etkinlik gerçekleşmiyordu. İki hafta önceden arkadaşlarla plan yapıp fuara ne zaman gideriz diye plan yaptık. Gün geldi fuara gittik ama karşılaştığımız manzara bizi şoka uğrattı.

Fuar yeri diğer şehirlerin fuar alanları kadar büyük değil Çorlu da bulunan. Daha önceden de iki fuarın bir arada yapılacağını duyurmuşlardı. Fuar alanına gittiğimizde fuar dağılımının daha çok yapı fuarına verilmiş. Arka tarafta ufak bir alan oluşturulmuş oraya da bir kaç tane stant açılmış. Kitapçıları da buraya yerleştirmişler. Gittiğimiz kitap fuarları, sahaf festivallerini düşünürsek yapılan organizasyon çok diplerde. Diyorsun ki hem belediyenin hemde fuarı yapan şirketin ilk etkinliği ama bu kadarda dibe doğru gider mi diye de düşünüyorsun. Tabi başta anlatmadım kitap fuarı olacak ama ne düzgün bir reklam nede katılımcı listesi vardı bir yerde. Kitapçıları gezmeye başladığımızda yapılan işin ne kadar berbat olduğunu daha da anlamaya başladık. Daha sonra bir stantta bir sahaf bulduk. Konuşmaya başladık ve işin aslında daha da vahim bir halde olduğu ortaya çıktı. Fuar alanına gelen büyük yayıncılar ilk gün mekanı gördükten sonra tüm kitaplarını toplayıp geri dönmüşler. Kalan kitapçılardan Kırmızı kedi, kaynak yayınları ve çamlıca yayınları vardı. Büyük firmalar gitmiş ve İstanbul'dan sadece bir sahaf etkinliğe katılmış. Fuar organizasyonunu yapan şirketin vaat ettiği imza günleri, sohbetler falan tabi ortada yok. Etkinlik kötü, indirimlerde zaten klasik %25 olduğundan pek bir şey yoktu. Çorluda bulunan AVM bile bunlardan daha iyi kitap fuarı organizasyonu yapıyor olması gerçekten üzücü. Şans eseri oraya gelen kitapçılardan aradığım Drizzt kitaplarından 4 tanesini buldum. 

Fuar nasıl olmalıydı diye gittiğim arkadaşla sohbet ettiğimizde aslında iyi bir potansiyele sahip olduğuna  karar verdik. Fuar mekanı diğer illere göre küçük olsa da tamamen kitap fuarına ayrılsa, Tüyap kitap Fuarı ile CNR kitap fuarı arasında bir tarihte yapılsa daha iyi olacağını düşünüyorum. Organizasyonun tabi daha planlı yapılması gerekiyor. Trakya bölgesinde bulunan tüm illerde reklam yapılmalı, konferanslar, imza günleri iyi planlanmalı. Tekirdağ Büyük Şehir Belediyesi, Çorlu Belediyesi ve ÇSO bu işe gerçekten desten verecekse biraz kesenin ağzını açmalı ve stant alanlarını fiyatlarını biraz aşağı çekmeli. Hatta sahafları getirtmek için yer-fiyat konusunda avantajlar sağlamalı. Organizasyon daha iyi oldu mu işe Trakya bölgesinde ki herkes fuara gelir ve güzel bir etkinlik olur. Ama böyle bir iş kamu parasını boşa harcamak ve yapmış olmak için yapmak için olduğu izlenimi veriyor. Önümüzdeki yıllar umarım daha iyiye gider.

24 Ekim 2017 Salı

Sapiens



İlk çıktığında çok popüler olan bu kitap popüler olmasından dolayı bende bir çekince yaratmıştı. Bundan dolayı alıp okuma gibi bir niyete girişmedim. Okuyan insanlardan aslında çok iyi yorumlar gelmesine rağmen Türkiye de ki popüler kültürün ortaya çıkardığı şeyler kaliteli olmayabiliyor benim gözümde. Artık zaman geçtikçe zevkler daha rafine oluyor da olabilir. Bu zamana kadar bu kitaba hep mesafeli yaklaştım ve okuma niyetinde değildim. Fakat bir arkadaşım beraber okuyalım ve değerlendirelim deyince kabul ettim. 

Yeryüzündeki En Büyük Gösteri gibi yoğun bir bilim kitabı değilde daha çok geniş kitlelere insanın dünya üzerindeki yolculuğunu daha basit anlatacak bir eser olarak düşünmüştüm. Bunun yanında da insan denen bu varlığın nasıl zaman içinde geliştiği ve dünyayı domine ettiği üzerine fikirleri de okuma düşüncesindeydim. İlk bölümler insan denen varlığında dünya üzerinde nasıl ortaya çıktığı ile başlasa da daha sonra farklı konulara yönelerek bence neden sorusundan uzaklaştı. Bundan dolayı git gide benim gözümde sıkıcı bir hal almaya başladı.

Kitap başlangıç olarak insansı varlıkların dünya üzerine nasıl ortaya çıktıklarını ve zaman içinde yayılımlarını anlatıyor. Nasıl bir kaç tane insansıların olup da nasıl zaman içinde sadece bizim türümüz olan Homo Sapiens ortada kaldığı üzerine de anlatımı var. Homo Sapiens türünün diğer insansılardan daha zeki olmasına karşın neden diğer insansıların yok olduğunu ve Sapienslerin dünya üzerinde gelişerek var oldukları üzerinde pek tatmin edici bir açıklama yapmıyor. Kitap insanların (Homo Sapiens) dünya üzerindeki gelişim aşamalarını birkaç bölümde açıklamış. Bilişsel Devrim, Tarım Devrimi, İnsanoğlunun Birleşmesi, Bilimsel Devrim bu başlıklarda insanın dünya üzerinde hayatını sürdürmeye başlamasından bu güne kadar yaptıklarını belli düzen içinde anlatıyor. Bir bakıma bize dünya tarihi anlatıyor diyebiliriz. Diğer insansıların arasından sıyrılıp gelen, bunca zaman boyunca dünyada var olma savaşını kazanmış, en üstün yırtıcı olmayı başararak beslenme piramidinin en üst noktasına gelmiş, bir çok şey keşfetmiş, icat etmiş, şiirler, kitaplar yazmış bu insanların neden bu noktaya geldiğini ne yazık ki tam olarak açıklayamıyor. Bunun yerine bankacılık sistemininden saçma şekilde bahsediyor. Evet parayı kullanmak ve ekonomi oluşturmak bir zekanın ürünü ama neden bu zeki canlılar buraya kadar geldiğinin açıklamasını ben bu kitapta alamadım.

Kitabın içeriği insanlık tarihi ile aynı. Okunuşu kolay ve anlatılmak istenenler basit bir dil ile anlatılmış. Konular hakkında bir fikriniz olmasa da  size konuları anlayacağınız şekilde sunuyor. Sadece o konuya özel terimler ile size sunmuyor. Buda herkese hitap edebilir olmasını sağlamış.

Benim aradığım soruya yanıt vermemesinden dolayı, ileri ki bölümlerde de bildiğim konulara sıkıcı bir şekilde uzatmasından, kitap bana sıkıcı geldi. İnsanoğlunun zaman içersin de ilerleyişini ve bu zaman dilimi içinde neler yaptığını basit bir şekilde öğrenmek isteyenler bakabilirler. Ama yinede daha iyi kitaplar mevcut. 

1 Eylül 2017 Cuma

Türk Din Etnolojisi



Türklerin dini geçmişi zaman içinde farklı coğrafyalarda farklı dini inançlarla kesişti ve son olarak 19. yıllardan genel topluluk olarak İslam dini benimsemeleri ile bir noktaya geldi. Bu aşamaya kadar geçen süreçte Türkler eski dinleri olan Gök Tanrı dini ve Şamanizmi hiç bırakmayarak yeni benimsedikleri dinlerin içine yerleştirmeyi başardılar. Bu eski inançlarını öyle güzel yeni benimsedikleri inançların içine yerleştirdiler ki bugün dahi bu eski inançların bakiyelerini toplum olarak yeni inancın bir gerekliliği olarak görüyoruz.

Kitapta Türklerin benimsedikleri dinler üzerine kısa bilgiledirmeler verdikten sonra Şamanizm konusuna geniş bir yer ayırmakta. Şamanizm'in ne olduğunu anlatıp. Şuan ki konumunu ve onu canladırma çabaları üzerine durmuş. Şamanizm ile bitkilerin, hayvanların arasındaki bağlantıyı anlatmış. Daha önceki kitaplarda şamanizm hakkında bilgiler vermiştim. İleriki kitaplarda da buna tamamen gireceğim için burada bahsetmeyeceğim. Tabi buradaki anlatım tam araştırmalara girdiğimde eksik kalacağını gösteriyor.

Kitabın ise bana göre bilgi verici tarafı ise halen Orta Asya da Gök Tanrı inancı olarak yaşatılmaya çalışan Ak Can (Ak Din) dir. Bu inanç Gök Tanrı inancının devam eden şekli olarak sunulsa da tarihi geçmişi biraz siyasi, biraz dini ve baskıdan doğan kurtuluş yolu gibi göründü bana. 19. yy'da Rusların Orta Asya Türkleri üzerine gösterdikleri dini baskı (ortodoskluk) daha sonra onları Ruslaştırma politikasına dönüşmesiyle birlikte Orta Asya Türkleri büyük sıkıntı içine düşüyorlar. Bir gün Ak Çolpan adlı bir çobana at üzerinde iki yaşlı bireyin ona 20 emri tebliğ etmesiyle bu din doğmuş oluyor. 20 Emir'e bakıldığında bu dinin eski bazı inançları yıkmaya, Rus baskılarına karışı direniş göstermeye ve yeni bir yön tayin etmeye yönelik olduğunu yazar belirtmiş. Daha sonra Rus Çarlığının yıkılması ve dinlere karşı gösterilen tutumlar neticesinde bu inanç şekli takibe alınmış. Üzerine davalar açılarak inananlar baskı altına alınıp hapse atılmış. Daha sonra çeşitli şekillerde tekrar canlandırılmak istenerek bir bölgeye umut olmuş. Bundan sonar tekrar bir diriliş çabası ile farklı bir şekle evrilerek ortaya çıkmış.  Ak Can konusunda araştırma yapan Natalya Aleksandrovna ile soru cevap şeklinde bir yazıda kitapta bulunmakta.

Bu kitapta beni ilgilendiren konu yukarıda da dediğim gibi Ak Din oldu. Bunun geçmişi bilmek nasıl ortamda ne şartlar altında ortaya çıktığını okumak bilgilendirici oldu. İleri ki kitaplarda çünkü bu dini halen yaşayan Tengricilik olarak göreceğiz. Bu konuda fazla bir bilgi olmasa da merak edenlere kitabı tavsiye ederim.

22 Ağustos 2017 Salı

Yeryüzündeki En Büyük Gösteri




Richard Dawkins'i üniversiteden beri tanıdığım bir bilim insanı. Hatta tanışmamız da çok ilginç ve komik bir olaydan meydana geliyor. İnternette araştırırsanız Harun Yahya'nın bir kitabı üzerine Richard Dawkins bir konferans veriyor. Bende üniversite de arkadaşlarımla birlikte bu konferans üzerine kendisini tanıdım. Yalnız sakın karıştırmayın Harun Yahya İslam yükselme dönemi bir bilim insanı değildir :) Harun Yahya televizyonlarda sık sık karşılaştığınız Adnan Oktar dır. Gerisini fazla açıklamaya gerek yok.

Yazarın bazı videolarını ve yazılarının zaman içinde takip ediyordum fakat bu güne kadar hiç bir kitabını okumadım. Bu blogu açmadan önce, blogu açmamı destekleyen Eline Bir Kez Kitap Geçmeye Görsün önerisiyle Yer yüzünün en büyük gösterisini okumamı tavsiye etmişti ilk olarak. Bende uzun bir zaman geçmesine rağmen kitabı okuma planım içine koydum ve okudum.

Türkiye de ne yazık ki eğitim sistemi ve toplum içindeki yargılar evrim karşıtı bir yol izlerler. Bizde açıkça konuşmak gerekirse bu eğitim sistemi ve toplum içinde büyüdüğümüz için bu ön yargılardan nasibimizi fazlasıyla aldık. Ne kadar bilim eğitimi alsak da insan toplum içindeki sana verilenleri yıkmak kolay olmadığının en büyük örneği bu konu. Türkiye'nin geneli bilim felsefesinden uzak olmasından dolayı ve bu boşluğu dini çarpıtan bir çok cemaatin safsataları doldurduğundan dolayı her insanda bu konuda bir ön yargı bulunuyor. Benimde aynı şekilde bir çok konuda ön yargılarım vardı, belki bazıları ben fark etmesem de devam ediyor. Evrim teorisi de yakın zamana kadar benim ön yargılarımdan bir tanesi idi. Evet yazarın kitabında bahsettiği bir çok konuda kendisi ile hem fikir olmama rağmen bazı konuların aklımdan yer edinememesi sebebi ile bir türlü kabul edemiyordum. Gerçi bazı konular halen benim için soru işareti olarak çözümlenmeyi bekliyor. 

Richard Dawkins bu kitabında evrimin nasıl gerçekleştiği ve kanıtları üzerine bize bir çok örneklerle açıklamaya çalışıyor. Darwin'in doğal seçilim yasasından, canlıların geçirdikleri değişimler, evrimin kanıtı olarak göstereceği bir çok konu var. Bakterilerin her yıl geçirdikleri evrimden, kurttan zaman içinde nasıl köpeğin meydana geldiğini. Köpeğin zaman içinde nasıl bu kadar çok türe sahip olduğunu gösteriyor. İnsan üzerine olan yazılarda aslında ne ilginç olanlardan. Ben de dahil bir çok insan, insanın maymundan evrildiğini sanıyorduk. Fakat gerçek öyle olmadığını söylüyor yazar. İnsanın ve maymun aynı ortak bir atadan evrildiklerini söylüyor. Kitap tam anlamıyla bilimsel olarak sunulan bir sunum niteliğinde size. DNA sarmalından, kromozomlar üzerindeki evrim kayıtlarının incelenmesi, her dakika evrim geçiren bakterilerden, tüm canlıların nasıl oluştuğuna kadar bir çok başlıkta bize bu işin nasıl olduğunu anlatmaya çalışıyor yazar. Bu kitap popüler bilim kitaplarından nazaran daha yüksek seviyede bilim içeren bir yaklaşımla bize konuları anlatıyor. Anlattıkları çoğu insanın anlayacağı şeyler olmayabilir. Bu kitapta geçen konular daha önce bilime meraklı olanlar ve bu konuda okumayı sevenleri tatmin edecek niteliğe sahip bir eser. Size yüksek dozajda bilgi enjekte ediyor. Bu konulara meraklı olanların, evrim konusunda merak edenler, akıllarında bu konu hakkında soru işaret bulunanlar mutlaka okuması için tavsiye ediyorum. 

8 Ağustos 2017 Salı

Nübüvvet Tarihi İtibariyle Türklüğü Dini Geçmişi





Eski Türk dinin araştırılmasında bilimsel ve kendi yaptığım araştırmalarda biraz sıkıntı yaşandığını gördüm. Türklerin o devirde kendilerinin inançlarını yazılı bir kaynağı olmaması bunun en büyük etkenlerinden bir tanesi. Türklerin eski inançları hakkında erişilen yazılı kaynaklar genelde Çin yıllıklarından gelmekte. Bunun dışında diğer komşu milletlerin yazıları, seyahatnameler ve elçilerin verdikleri bilgilerden ibaret. Bunlardan dolayı belli kalıplarda çok derine inmeyen ama genel bir bilgi içeriği elimize geçiyor. Benim okumalarımda ise bu konu hakkında fazla çalışma olmadığından dolayı kısıtlı kaynaklardan bilgi edinmek durumunda kalıyorum. Bunun yanında bazı yayınlarda ısrarla devam eden Şamanizm ile Eski Türk inancı Gök Tanrının karıştırılması, bu yanlışın devam ettirilmesi ayrı bir sorun oluşturuyor.

Kitap yazarın diğer kitaplarında olduğu gibi makaleler ve bildirilerin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş bir eser. Aslında eski Türk inancının üzerine olduğunu düşünsek de daha çok semavi din mantığı üzerinde eski Türk inancının değerlendirilmesi olmuş. Tabi ki eski Türk inancının ne olduğu araştırılması gerekiyor. Dinlerin karşılaştırılmalı araştırılması ve incelenmesi de gerekiyor. Bunu yaparken fazla semavi mantığa girme taraftarı değilim fakat. İçinde bulunduğumuz islam dininde bulunmamız sebebi ile bu tür düşüncelere girmememizi de biraz doğal karşılıyorum. Ama bilim yaparken bunun ileriye gitmemesi gerekiyor. Türklere ilk ismi veren Hz.Nuh'un oğlu Yafes'in oğullarından bir tanesi Türk den törenin ve bir kavmin isminin meydana geldiği mitolojik olarak geçmekte. Buna kaynak olarak Ebulgazi Bahadır Han'ın Türklerin Seceresi gösteriliyor. Türk'ün bir nizam kurucu olmasından dolayı ve Türklerin bu yazılı olmayan kanunları yani töreyi yıllar içinde sıkı sıkıya bağlı kalmaları. Hakanların ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar töreye dokunmaktan çekinmeleri, Hakanların bile töre karşısında güçsüz kalmaları bu kanunların bir din olabileceği akla gelmekte. Yazarda bunun üzerine durmuş ve gerçekten mantıklı bir konu bu. Bunun yanında daha önce değindiğimiz Oğuz Kağan'ın Oğuz boylarını oluşturması da onun bir peygamber olabileceği üzerine fikirler ortaya çıkarıyor. Daha önceki okumalarımızda Oğuz Kağan Destanının ne kadar farklı bir bütünlük içerdiğini öğrenmiştik. Oğuz'un gerçekte var olup olmadığını da kesin bir kanıya varılamıyordu araştırmalarda. Ama destanın getirdikleri bize Türk kültürünün bir bütününü yansıttığını göstermişti. İslam anlayışındaki peygamberlerin yaşadıkları ile Oğuz'un yaşadıkları karşılaştırdıklarında onunda bir peygamber olabileceğini söylüyor yazar.

Semavi düşünce tarzında yaklaşılarak bakılan eski Türk dini bir çok yerde semavi dinlere benzese de bazı yerlerde ayrışmaktadır. Bu açıdan bakarak değerlendirilen Tengri anlayışı ve diğer mukaddes olaylar üzerine yazılmış bir eser. Farklı bir bakış açısıyla Türklerin eski inancına bakmak isteyenlere okuması için tavsiye ederim. Diğer açıdan çok fazla semavi dinlerin açıklamalarına girdiği için eski Türk inancına ile ilgili yeni bir şey yok. 

11 Haziran 2017 Pazar

Eski Türklerin Dini



Bu ufak nüsha P. Wilhelm Schmidt'in yazmış olduğu Der Urpung Der Gottesidee IX cildinden alınmış ufak bir kısmıdır. Türklerin eski dini üzerinde kısmını alarak çevrilen bu eser İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı dergisinde ayrı basım olarak yayınlanmış.

Yazarın kitapta fikirlerini belirlerken bazı fikirleri klasik Avrupa bakışını yansıtmakta yer yer. Bunlardan bir tanesi Hunların içinde bir çok ulusun bulunduğu bir devlet sayarken Türk devleti olarak saymaması. Bundan dolayı Türk tarihini Göktürk'lerden başlatmakta. Yazar Türk tarihini Göktürkleden başlatsa da, Hunlar ile Göktürkler arasında bir benzerlik olduğunu ifade ediyor. Buna örnek olarak da kurban kutlamalarını göstermiş. Hunların gerçek bir devlet olduğunu, oldukça zengin bir şekilde gelişmiş olduğunu belirtiyor.

Türklerin yer-sulara, atalar kültüne ve güneş,ay'a belli bir kutsiyet verdiklerini daha öncede belirtmiştim. Yazarın buradaki tespiti yazıtlarda Gök Tanrı her zaman daha fazla bahsedildiğini söylemekte. Bu da Gök'ün muklatiyetine bir gösterge olarak belirtmiş. Vesikaların fazla olmaması bazı şeylerin var mı yok mu konusunda kesinliği sağlamıyor. İki yerde de Türklerin Gök Tanrıya dua ettiği tespit edilmiş. Bu duanın diğer mukaddes sayılan şeylere yapıp yapmadıkları ise tespit edilememiş. Gök Tanrının diğer mukaddes şeylerden en üste olduğu belli olsa da. Bu inancın tek tanrılı bir din olup olmadığı konusunda yazar elimizde yeterli bir belge yoktur demekte.

Atalar kültünü yazar Çin etkisi olabileceğini söylemiş. Daha önceki Türk Kozmolojisine Giriş kitabında bu inançların Çu'lar tarafında Çinlilere geçtiğini aktarmıştım. Atalar kültünün daha önce de halen Türk toplulukları içinde yaşadığını belirttim.

Bu ufak eser bulunması biraz zor olasa da bize sunduğu bazı bilgiler önemli. Bundan dolayı bakılabilir. 

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Türk Tarih-i Dinisi



Fuat Köprüsü Türkiye'nin eğittiği büyük bilim insanlardan bir tanesi. Uzun zamandır kendisinin yazdığı kitaplar sadece ilk yayınlanan dergilerde ve sahaflarda bulunuyordu. Son iki yıl içersin de bir kaç yayın evi Fuat Köprülü'nün kitaplarını basmaya başladı. Bu eserde AKÇAĞ yayınları tarafından aynı hizmet ile ortaya çıkmış bir eser. Şans eseri kitap fuarında rastladığım ve aldığım bir kitap. Kitabın oluşumu Fuat Köprülü'nün verdiği derslerde tutulan notların bir araya getirilmesi sonucu ortaya çıkmış bir kitap. Daha özele inmekten ziyada daha genel konuları anlatmak ve uzun bir zaman dilimini bize sunmakta. 

Kitabın ismi Türklerin tarihindeki dinleri olarak yazılsa da aslında çok geniş bir yelpazeyi bize sunmakta. İlk olarak Türklerin ne şekilde ortaya çıktıkları ve hangi devletler kurdukları üzerine kısa açıklamalarla bilgi veriyor. Bunun yanında ekonomik ve kültürel durumlarını da bize aktarmakta kısa kısa. Burada yazar klasik olarak Türk tarihini iki safhaya ayırıyor. İslamiyetten önce ve sonra. İslamiyetten önce Türk devletlerine değinirken, inançları, kültürleri, tarih sahnesine nasıl çıktıları üzerine durmuş. İslamiyetten sonra meydana gelen Türk devletleri üzerinde dururken islamiyettin Türkler içine nasıl girdiğini de değiniyor. Selçuklu döneminde daha sonra nasıl evrilerek Türklerin kendi kültürleri ile birleşmesi sonucu Türk tarikatlarinin ortaya çıkışı anlatmış. 

Kitap Eski Türk Dinine değinse de bu konu üzerine yazılmış bir eser değil. Zaten Fuat Köprülü bu derslerini verdikten sonra bir daha bu konu üzerinde fazla durmamış başka eserlerine yoğunlaşmış. Bundan dolayı anlatımı derslerdeki gibi kısa kısa sunuyor. Çok derinlemesine bir bilgi vermiyor bize. Birde yayın evi yazarın diline çok dokunmak istememiş. Kitapta geçen kelimelerin çoğu eski Türkçe yani Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kullanılan Türkçe olarak basılmış. Bunu günümüz Türkçesine çevirebilirler miydi, olabilirdi ama bu seferde daha başka sorunlar ortaya çıkıyor. İyi bir çevirim olmadığı zaman anlam kayması meydana geliyor ki bu eski eserlerin günümüz Türkçesine sadeleştirme adıyla yapılmasıyla çok gördüğümüz bir olay. Aynı dönem içersin de Alfa yayınları da Fuat Köprülünün külliyatını basmıştı. Daha inceleme imkanım olmasa da bu külliyat içersin de bu eserinde olacağını düşünüyorum. Kitapta kullanılan yazım dili hakkında ise incelemediğim için bir fikrim yok. 

Merak edenler kitabı alarak genel bir fikir edinebilirler. Türklerin Eski Dinleri ve Türk tarihi konusunda illa okunması gerek bir eser olarak ben görmedim bu kitabı. 

14 Mayıs 2017 Pazar

Eski Türk Dini



Eski Türk Dini konusunda çok araştırma olmasa da farklı fikirler zaman içinde ortaya atılmış. Bu fikirlerin birleştiği noktalardan biri ise bu kadar köklü bir  dini inanışın etkilerinin günümüzde yaşıyor olması. Buda ne kadar kuvvetli bir kültür oluşturduğunun göstergesi. Daha önceki Eski Türk Dini Tarihi ve Türklerin ve Moğolların Eski Dini  kitaplarında ve Türk Mitolojisi içinde onguların totemcilik geleneğinin bir kalıntısı olabileceğini söylemiştik. Bu kitapta totemcilik nedir? Sorusu ile başlayıp bunun açıkladıktan sonra totemcilik inancı, sosyo-kültürel hayata etkisini, ekonomik gelişmişliği Eski Türk İnanıcı ile karşılaştırıyor. Sadece totem kültürüne bakıldığında Türklerin bu inançlarının da aslında çok benzediği bir gerçek. İnanç sistemini yukarıda saydığımız hayat içersin de ki etkilerini karşılaştırdığımız zaman Türklerin aile yapılarından sosyal yaşamlarına kadar bir çok farklılıklar ortaya çıkıyor. Bunlardan dolayı daha öncede Türk Mitolojisi kitapları yazılarında belirttiğim gibi Türkler totemcilik yoktur. 

Kitap aslında eski Türk dini konusunda sorulması gereken üç kritik soruya yanıt  arıyor. Bunlardan biricisi yukarıda bahsettiğim totemizm konusu Türkler de ne şekilde olduğu idi. Bu konuyu sosyal-kültürel olarak inceleyerek bir sonuca varmış. İkinci cevap aranan soru Türkler Şaman mı idiler. Şamanizm konusuna girmesek de genel olarak bu konu her Türk Dini araştırmasında ve Mitoloji konularında karşıma çıktı. Orada karşılaştığım bilgileri size aktardım. Bu araştırmada da aslında Türklerin Şaman olduğu konusuna hemen inanılmaması gerektiğini vurguluyor. Bunun sebebininde farklı coğrafi yerlere gidildiğinde inanışların ve isimlerin farklılık gösterdiğini belirtiyor. Bununda derin bir inanç yapısın da olan bir sistemde mümkün olmayacağını vurgulamış. En son soru ise Türklerin eski dinleri üzerine bir araştırma olmuş. Türkler genel olarak üç temel inançları bulunmakta. Bunların ilki doğa güçlerinin mukaddes olduğuna inanır ve onlara kurbanlar sunarlardı. Diğer inançları ise Atalar Kültüdür. Bu kült günümüze kadar gelmiştir. Mesela Atatürk'ün kabrinin her yıl dünyada hiç bir liderin kabrinin olmadığı kadar ziyaret edilmesinin sebebinin temelinde bu vardır. Türkler büyük liderlerini ve halk adamlarını kendi kültür dünyaları içinde yaşatmaya devam etmişlerdir. Bundan dolayı aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen büyük liderler ve halk kahramanları kültür içinde yaşamaya devam etmiştir. Daha önce yine mitoloji konusunda değindiğim yer-sular yani doğa güçlerine Türkler saygı duyar onları da yaşayan bir varlık olarak, kendilerine ait ruhlarının olduğuna inanırlardı. Bundan dolayı yüce dağların, ormanların, nehirlerin, ağaçların vs gibi ruhları olduğuna inanır onlardan yardım ister ve onlara kurbanlar sunarlardı. Eski Türk dininde en temel olan inanç ise hiç bozulmayan ama zaman içinde bazı inançların öne geçmesiyle geride kalmış gibi gözükse de hiç bir zaman yok olmamış olan Gök Tengri inancıdır. Bu konuda çok fazla bilgi bulunmasa da çok eski bir inanç olduğu. Türkler arasında en köklü ve bağlı oldukları inançtır. Halen varlığını devam ettirmektedir. Müslüman olan Türkler Allah dendiği zaman onun Gökte olduğunu düşünürler. Bu eski Gök Tengri inancının tesirinden gelmektedir. Çünkü Gök sonsuz ve en yüce güç olan Gök Tanrı göğün en tepesinde bulunur.

Kitap eski olmasına rağmen günümüzde bile halen insanların kafalarını karıştıran soruları sorarak bunlara cevap aramaya gayret göstermiş. Kitabın baskısının olmamasından dolayı sadece sahaflarda bulunabilecek bir eser. Bu konuyu merak edenlere tavsiye ederim.

30 Nisan 2017 Pazar

Göbekli Tepe



Daha önce size Göbekli Tepe hakkında K.Schmidt'in kitabını tanıtmıştım. Bu yıl da özellikle Alfa Yayınları tarafından bir çok kitap çıkmaya başladı. Bende daha yeni araştırmalar var diye kitabı hemen fuarda aldım. Fakat kitabı okumaya başladığımda Schmidt'in yazdığı kitaba nazaran bu kitap daha farklı bir bakış açısına sahip olduğunu gördüm. Kitapta yazar Göbekli Tepeyi çok farklı bir bakış açısı ile yorumlarken ortaya attığı teoriler çok havada kalıyor bana göre.

Yazarın ortaya attığı fikirlerin havada kalmasından dolayı benimde aklımda şüpheler oluşmaya başladı. Kitap okuyanlar beni anlayacaktır. Bazılarımız takıntılı olabiliyor illa kitabı bitirmek konusunda. Bazende bu tür bir araştırma kitabı okuyorsan diyorsun ki ileride belki dişe dokunur bir şeyler anlatacaktır. Okunacak onca kitap varken kötü kitapları sonuna kadar devam etmek doğru mu?
İlber Ortaylı iyi kitaba erişmek için kötülerinin atılabileceğini söylemişti. Bende daha okunacak onca kitap varken zaman harcamanın manası olmadığını düşünüp kitaba göz gezdirdim yarısından sonra. 

Kitap daha ilk sayfalarda bahsettiği şaman fikrinin nereden geldiğini bile anlamadım. Yazar bu konuda pek aydınlatıcı değil. Ortada yazılı bir kaynak olmadan bunca çıkarıma neye ve hangi karşılaştırmalara göre yapıyor belli değil. Sadece kabartmalardan ve dikili taşlardan oluşan bir yapı için çok fazla dayanaksız fikir var. Oysaki Göbekli Tepe hakkında güzel bir araştırma okumak isterdim. 

Kitaba biraz sabır gösterip ileri ki başlıklara baksam da bir türlü kitaba ısınamadım. Anlatış metodu, fikirleri sunuşu, gösterdiği örnekler ile bağlantısını bir türlü oturtamadım. Eski Çağ Medeniyetlerine ve Göbekli Tepe'ye merakım olasa da bu kitapta üzerine artı bir bilgi ekleyemedim.

Bunun yanında Göbekli Tepe de ki kazıların devam etmesi ileriye dönük olarak daha çok bilginin ortaya çıkacağı kanısındayım. Göbekli Tepe ilk ortaya çıktığında bölgede tek olduğu düşünülen kült yapılardı. Son yapılan arkeolojik kazılar Göbekli Tepenin yalnız olmadığını bize gösterdi. Çeşitli bölgelerde yapılan kazılarda T şeklinde dikili taşlara rastlandı. Buradan makaleye bakabilirsiniz. Bu kültürün geniş bir alana dağıldığının bir göstergesi. Göbekli Tepe üzerindeki sis perdesi kazılar yapıldıkça zaman içinde kalkacak. 

Kitap yukarıda bahsettiğim gibi pek hoşuma gitmedi. Bu nedenle ben önermeyeceğim. Merak edenler bakabilir. Sonrasında konuşabiliriz üzerine. 

18 Nisan 2017 Salı

Truva Savaşı



Troya Savaşı insanların uzun zaman ilyada da dinlediği ama gerçek olduğunu bilmedikleri bir hikaye. Ta ki yeri keşfedilene kadar. Bu vakitten sonra gerçekten Troya diye bir şehir olduğu ve burada bir savaşın meydana geldiğini anlaşıldı. Aslında daha öncede yazdığım gibi bir çok yıkım ve tekrardan yapılan 1000 yıllık bir şehir vardı. Şehri ilk yapanların kim oldukları belli değil. Ama zaman içinde kimlerin yerleştikleri hakkında bulunan arkeolojik kazılardan bir şeyler çıkartılabiliyor. Şehrin çeşitli katmanlarında yapılan araştırmalar neticesinde yazılı bir kaynak çıkmaması, bu şehrin ne tür aşamalardan geçtiği konusunda bize kısıtlı bilgiler vermekte. Halbuki o zaman ki etrafında bulunan diğer medeniyetlerde yazı aktif olarak kullanılsa da Troya da oturanların yazıyı kullandığına dair hiç bir ipucu bulunamadı.

Yazılı kaynakların eksikliğinden dolayı yazarda Troya etrafındaki medeniyetlerin Troya hakkında neler yazdığı üzerine durmuş. Hittiler, Mısırlıların hem diplomatik ilişkileri hemde savaş hakkında neler yazdığını aktarıyor. Hititler ile diplomatik ilişkilerin olması ve yazılı tabletlerin bulunmasına rağmen aynı şekilde diplomatik ilişkiler üzerine Troya da bir yazılı belgenin bulunmaması ilginç. Mikenlilerin kullandıkları şekilde sadece ekonomik notların yazıldığı bir yazı kalıntısı bile yok. Troya savaşı büyük çevresine büyük etkisi olsa da diğer devletler üzerine pek bir etkisi bulunmamış. Hititler ve diğer çevre devletlerden savaş için yardım alınsa da o devirde artık her devletin kendi sorunları vardı. Bundan dolayı yeteri kadar buraya yoğunlaşılmadığı düşünülüyor. Hititlerin büyük bir güç olmasına rağmen kendi bölgelerinde etrafında bulunan diğer komşuları ile olan sorunları buraya yoğunlaşmasını etkilemiş.

Kitapta Mikenlileri, Hititleri ve o dönem ki şartlara değinmiş yazar. Arkeolojik kazılardan çıkan bilgilerden yararlansa da ilyada'yı da kaynak olarak göstermesi uygun olmamış. Savaşın neden çıktığı üzerine de duruyor. Hikaye de olduğu gibi Helen'in kaçırılması değilde ekonomik nedenlerden dolayı Troya'ya saldırıldığını savunmakta. Çünkü Troya'nın bulunduğu yer hem ticaret hemde boğazdan geçen gemiler bakımdan bir sığınak olarak bulunmakta. Buda Troya'nın buradan geçen gemilerden vergi aldığı, gelen gemiler sayesinde bir liman şehrinin ekonomik faaliyetinin aktif olduğu bir yer olduğunu gösteriyor. Bunun nedenleri üzerine dururken hikayeden yola çıkarak ne kadarlık bir deniz gücü ile saldırıldığını tahmin etmeye çalışıyor yazar. Bunun üzerine çıkarmadan, kuşatmaya ve en sonunda da Troya'yı ele geçirilmesini canladırmaya çalışıyor. Savaş sırasında kullanılan savaş aletlerini de o dönemden kalan arkeolojik kalıntılardan çıkarmaya çalışmış. Genellikler vazolar üzerine yada duvarda bulunan resimler üzerinden bu yolu takip ediyor.

Konu üzerine fazla bir araştırma bizim dilimizde olmadığı için aslında okunabilir bir eser. Fakat okurken sorgulayarak ve diğer kitaplardan edinilen bilgilere karşılaştırılarak okumak en doğrusu. Yukarıda da bahsettiğim gibi yazılı kaynak olmaması insanları İlyada'ya çok kaymasına neden oluyor. Ama İlya'da yazısında da belirttiğim gibi bu eserin zaman içinde ki değişimi nedeniyle bir bilimsel kaynak olması mümkün gözükmüyor.

Bundan sonraki Troya ile ilgili okumalar Fatih Sultan Mehmet ve Mustafa Kemal Atatürk'ün bahsettiği gibi acaba Troya Türk müydü sorusuna cevap arayacağım.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...