27 Ocak 2016 Çarşamba

Ölü Filozoflar Kahvesi




Bu sefer biraz farklı bir yazı yazacağım. İki ayda bir İstanbul da gerçekleştirdiğimiz  kitap buluşmalarımız var. Geçen cumartesi günü Taksim de yine bir buluşmada Aslıhan pasajına sahaflara uğradık ve baya bir vakit geçirdik. Hatta planım oraya girdiğimizde bir tane resim atmak istiyordum ama sosyal kanal üzerinden tabi ben kapıdan girince bunların hepsi uçup gitti. Kitaplara bakarken çok çok eski, yıpranmış su almış ve küflenmiş bir kitaba rastladım. Ama ben kitabı böyle görmedim tabi, eski bir dostu görmüş gibi hemen satın aldım. Zaten bu durumundan dolayı fazla bir şey istemedi satıcı ama o kadarda etmez aslında. Neyse, daha önce hakkımda adlı kendim için yazdığım yazıda çok geç okumaya başladığımı belirtmiştim. O zaman bulabildiğim kitapları okuyordum ve elime kütüphaneden bu kitap geçti. Nasıl geçti ve ben bu kitabı aldım hatırlamıyorum ama iyi ki almışım diyorum şimdi. Yıl 2003 ve ben felsefenin Lisede sadece hocasını hatırladığım bir ders. Okuma eylemine başladığım zaman, daha önce de o tarihten beri okuduğum her kitabı not aldığımdan bahsetmiştim, o yıl okuduğum 5. kitap. O yıl bu kitabı okuduğumda bende çok farklı bir tat bırakmıştı. Hayatım boyunca Ölü Filozoflar Kahvesi gibi nitelikli bir tartışmaların olduğu bir yer aradım ama ne yazık ki daha bulamadım. Benim için kutsal kase miti gibi bir şey oldu.

Kitaba gelirsek gerçek bir olaydan meydana gelmiş bir eser. Bir çocuk (Dino-Nora) ile felsefe profesörü (Vittorio Hösne) arasındaki mektuplaşmadan ortaya çıkmış çok güzel bir kitap. Felsefe bizim toplumumuzda ne yazık ki çok değer verilen bir konu değil. Felsefe yapma gibi olumsuz söylemeler ve dinsiz gibi yakıştırmalara kadar giden bağnazlıklar mevcut. Oysa ki kitapta bir bölümde geçtiği gibi çocukların etrafı algılamak için saf ve meraklı soruları bilimin en temel sorularını oluşturur. Bunun için Albert Einstein bir sözü vardır, sözü bire bir hatırlamıyorum, "bilim için en basit soru, bir çocukğun  Neden sorusudur" der. Bende orta okulda bunu öğrendiğimde hep bu soru üzerinden ilk soruyu sormuşumdur, Neden? Ama bizim eğitim sistemimiz buna müsait değil ne yazık ki, Üniversitede bile. Bende çok geniş bir felsefe konusuna hakim değilim. Fakat bilim ve düşünce konusunda felsefenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu bakımdan bizim toplumumuzda ve bilimde hep eksiklik var. Çünkü her şey düşünce ile başlar. Bilim felsefesi de siz hipotezi ortaya atmadan önce düşündüğünüz, tartıştığınız sonra hipotezi ortaya atarak bunu kanıtlama yollarına gittiğiniz bir yolun ilk adımını atar. Düşüncenin olmadığı, ezberin oluştuğu bir bilim (artık ne kadarı bilim ise) ortaya çıkmış olur. İşte bizim eğitim kurumlarımızda her zaman ezberin ön plana çıktığı bir yer olduğundan buradan çıkan her insan ne yazık ki eksik kalıyor. Ancak kendini geliştirenler bunu anlayabiliyor.

Kitapta bir çok bilginin, düşünürün isimleri ile birlikte fikir akımlarının isimleri de geçmekte. Bunların hoş bir şekilde azıcık size tattırarak tanıyor. Farklı zamanda ortaya çıkmış bu düşünürleri bir yer de toplanması, kendi fikirleri üzerinde tartışmalara girmesi çok hoş tasarlanmış. Aslında tasarlanma değil ama Profesör ve Nora arasındaki saf sohbet bunu o yola sokmuş. Bu kadar felsefenin içinde olmasına karşın dilinin çok sade ve akıcı olması daha da güzel. Zaten bir çocuk ile yapılan yazışmanın yanında, felsefeyi tanıtmak amaçlı yayınlanmış mektuplar. Aynı şekilde Sofinin Dünyası gibi, gerçi onuda okumadığımı utanarak itiraf ediyorum burada. Okumanızı ısrarla tavsiye ederim. Kitabın bu yayından baskısı olmasa da yeniden Koridor Yayınları tarafından basılmış. Arayanlar için bir gün Ölü Filozoflar Kahvesinde buluşmak dileğiyle...

20 Ocak 2016 Çarşamba

Geyikli Park



Sunay Akın televizyon programlarında ve kendi gösterilerinde seyretmeyi sevsem de bu güne kadar hiç bir kitabını okumamıştım. Geçen sene aldığım bir karar ile okuma listeme okumadığım yazarlar kısmı ekleyerek artık bu açığı kapatmaya çalışıyorum. Bu yılda listeme Sunay Akın'ı eklemiştim. Biliyorsunuz ki blogda roman tanıtmıyorum. Sunay Akın kendisine edebiyatçı dese de bu okuduğum eser tarihin içinden bize sahneler göstermesi sebebiyle bloga eklemeyi uygun gördüm.

Kitap içinde bir çok konuda makalelerden oluşmakta. Ama en çok insanların hikayeleri bulunmakta. Bu tarihi kişiliklerin ve tarihi olayların ince iplerle bir birine bağlı olduğunu yazar bize çok güzel göstermiş. Bu görmediğimiz bağ insanları nasıl etkilemiş ve kimleri ortaya çıkarmış okuyunca şaşırıyorsunuz. Ertuğrul uçağının gizli kalmış kahramanlığı ve tarihimizi nasıl değiştirdiği, aynı anda bir idama, bunun yanında bir de dolandırılmaya şahit oluyorsunuz. Oradan elinizde kalan bir düğmenin değerini ve kimleri ortaya çıktığını. Noel Babanın tarihini öğrenirken, iki cami bir isminin nedenini, Taksimde bulunan geyik heykeline, Düşünen Adam heykelinin öyküsüne ve Japonya da bulunan bir Cami gibi bir çok nesnenin ilginç, hüzünlü tarihide bizi bekliyor. Cahit Cav, Mimar Sinan, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Pilot Vehici, Orhan Veli ve Atatürk'e kadar o kadar ince iplerle bağlı bir tarih göreceksiniz bazı yerlerde hüzünlenip, bazı yerle de hayret edeceksiniz.

Kitap içinde daha bir çok konuda ve kişiyi anlatan makaleler bulunmakta. Ama içlerinden en çok beni etkileyen "Berlin'de Hakimler Var" adlı makale oldu. Hem böyle bir olayın olması hemde bir kişinin bunu merak ederek oraya gidip kendisinin bunu görmesi yüksek bir tarih bilinci gerektirir. 

Sunay Akın'ın her zaman bahsettiği müzeler konusunda da ne yazık ki çok ilgili değiliz. Kendi tarih ve kültürümüze okumak dışında bilgi almak ve görmek için bile çok heves göstermiyoruz. Buna bende dahilim. İstanbul da bir çok müze ve tarihi mekan olmasına rağmen hepsini gezmedim. Kitabı okuduktan sonra kendime dedim bu sene ilk baharda İstanbul  Oyuncak Müzesine kesin gideceğim. Sizinde gidip görmenizi tavsiye ederim. Hem İstanbul Oyuncak Müzesini hemde diğer müzelerimizi gezelim. Müzeler, kütüphaneler ve tarihi mekanlar  bizim tarihi belleğimizi oluştururlar.

Son olarak kitabın dili sade ve akıcı. Makaleler şeklinde oluşmakta. Merak edenlere bu kitabı tavsiye ederim.

11 Ocak 2016 Pazartesi

Türkmenin Soyağacı



Bu kitabı tesadüf eseri aldım, araştırmalarımda rastlamamıştım. Kitap aslında geniş bir araştırmanın ürünü. Bu bakımdan soy araştırması yapacak olanlar için bakılacak eserlerden bir tanesi olabilir. Ama Türkçe'ye çevrilmiş bu hali çok derinlemesine inmiyor. Kitabın aslı "Türkmen Etnonimlerinin Sözlüğü" adıyla yayınlanmış. Eserde 2300 Türkmen boy ve oymak adları açıklanmış. Türkiye de yayınlanan bu kitapta ana eser içinden seçilen 300 başlık seçilerek oluşturulmuş. 

Türk tarihinde Türkler belli büyük ana kollara ayrılırlar, Kıpçak, Oğuz ve Dış Oğuzlar. Bu büyük Türk grupları da kendi içlerinde boylara ve onlarda kendi içinde oymaklara ayrılır. Oğuz boylarının ve Dış Oğuzların nasıl meydana geldiğini Türk Mitolojisinden öğreniyoruz. Bu boylar zamanla bir çok yere dağılmış ve boyların alt kolları meydana gelmiş. Bunlarda kendileri bir isim almışlar. İşte bu oymakların, boyların ve genel adların nereden geldiği üzerine yapılmış bir araştırma.

Kitaptaki başlıklar altında genel tarihsel bilgi, yaşadıkları dönem ve çevre, incelenen ismin nereden geldiği üzerine dil bilim incelemesi bulunmakta. Bazı başlıklar geniş içerik sahibi olurken bazılarında çok fazla bilgi bulunmuyor. Eserin aslının ile karşılaştırmak için araştırma yapsam da bulamadım. Kitapta ne yazık ki bizim yayıncıların klasiği olan kaynak sorunu yinelenmiş. Başlıklar hakkında yapılan tarihi, dil bilimi açıklamaların nereden geldiğinin kaynağını bırakın, kitabın genel bir kaynakçası bile bulunmamakta. Bundan dolayı kitabı bilimsel olarak değerlendirmek yerine merakınızı gidermenin ilk adımı olarak okuyabilirsiniz. Eğer soy araştırması yapıyor ve hangi oymak, boydan geldiğinizi, ismini, tarihini merak ediyorsanız başlangıç olarak bakılabilir. Ama çok basit bir başlangıç olacağını söylemeliyim.

Türk soy araştırmalarında bir kişinin kendi soyunu uzun süre takip etmesi zor bir şey. Ben kendi soy araştırmamı yaptığım için oradan biraz tecrübe edindim.Çünkü bizde kayıt sistemi yok. Nerede doğmuş, ne zaman doğmuş, ne zaman ölmüş, baba, dede adı vs konular kayıtta geçmemiş. Bunlara Osmanlı Devlet sistemindeki kayıtların sadece lakaba göre gitmesi gibi zorluklarda ekleniyor. Bireysel değilde genel bir tarihe ulaşmanız daha kolay. Eğer oymak, aşiret ve boyunuzu öğrenirseniz. Onların nerelere yerleştiğini, nerelere göçtüğünü ve Anadolu'ya nereden geldiğini belirlenebilir.

Kitap ana eserin sekizde birine indirgenmiş neredeyse, bunun yanında kaynakların gösterilmemesi ve bir kaynakçanın bulunmaması sebebiyle fazla bir değeri kalmıyor. Bu konuları merak edenler başlangıç için bakabilirler. 

4 Ocak 2016 Pazartesi

Oğuz Destan Dünyası




Oğuz destanı Türk kültürü içinde büyük öneme sahip. Şimdiye kadar okuduğum kitaplarda Oğuz destanın mitolojik unsurlarını, destan unsurlarını ve tarih içinde unsurları çeşitli araştırmalar ile okumuş oldum. Türklerin MÖ IV-V yıllarında İskitler döneminde tarih sahnesine çıkmaya başlamaları, bazı araştırmalar daha ilerisine de götürmekte, ile şekillenmeye başladı. Türklerin İslam dinine girmesine kadar süreçte ve biraz sonrasına kadar yaptığı olaylar, savaşlar, hakanlar, seferler vs gibi tüm olayların birikmesiyle bir Türk Destanı ortaya çıkmış oldu. Bunun içinde mitolojik unsular ile Türk devlet geleneği, görenekleri, töresi, dini görüşleri, kozmolojisi içinde bulunmakta.

Kitap sistemli olarak işin içine girecek şekilde hazırlanmış. ilk önce Oğuznamelerin yazılı olan nüshaları üzerine bilgi aktarmakta. Daha sonra geniş olarak Oğuz Destanı üzerine yapılan çalışmaların özetini aktarıyor. Destanın yazılı olarak ortaya çıktığı ilk Uygur nüshasından sonra bir çok farklı nüsha yazılmış, bu yazılan nüshalar daha öncede bahsettiğim gibi kendi dönemini destan içine etkileri görülmüş. Benimde daha önce burada tanıttığım Reşideddin Oğuznamesi de farklı bir nüsha. Bu yıl içersin de kazan da bulunan bir oğuzname nüshası da incelenip yayınlandı. Tabi artık bundan sonraki oğuzname incelemeleri akademik nitelikte. Tüm nüshaların detaylı şekilde incelemesi de Türk Mitolojisi 1 kitabından bulunmakta.

Oğuz Kağan Destanının içinde geçen unsurları ilk kez Türk Mitolojisi 2 kitabında araştırılmıştı. Daha öncede bahsettiğim gibi Türk Mitolojisi içinde geçen her şeyin bir anlamı bulunmakta. Bundan dolayı orada anlatılanlar yıllar boyunca insanlara bir şeyler ifade etsin diye ortaya çıkmış. Yazarda destanda anlatılan ve orada gözüken her şeyi temellerine inerek bize açıklıyor. Bu bakımdan güzel bir eser ortaya çıkmış. Eser akademik olarak da kullanılabilecek seviyede, zaten dili biraz ağır ilerliyor. Çünkü her detaya değinilmiş, destanda niteliğinin özellikleri belirtilmiş ve ona benzer diğer destanlardaki unsurlar ile karşılaştırılmış.

Nihayetinde Oğuz Destanı, geleneği, devlet yapısını, inançları, kozmolojisi, kahramanlıklarımızı anlatan bir eser. Bizi biz yapan şeylerin birleşimi ve bugüne kadar rafine olarak ulaşmış hali. Oğuz Kağan gerçekliği bugünde tartışılıyor, yarında tartışılacak ama bizi öyle bir sisteme sokmuştur ki Oğuz Türkleri ve onları oluşturan Oğuz Boyları yıllardır bu yazılmamış sistem içersin de tarih içinde bulunmuşlar. Kurt, at, dağ, yırtıcı kuşlar (ongular) bizim için neler ifade ettiği ve manaları anlamak önemli. Kitap akademik olduğu için herkese tavsiye etmiyorum. Destanı bilmek isteyenler Türk Destanlarına Giriş'i okuyabilir. Destanın ne ifade ettiğini daha derinlemesine araştırmak isteyenler bu kitabı ve diğer size tanıttığım Türk Mitolojisi kitaplarını okuyabilirler. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...