28 Aralık 2015 Pazartesi

İstanbul'da İşgal Yılları



Bu hükumet (3.Ferit Hükumeti) şu dağdaki 
eşkıyalar kadar vatan ve milleti sevmiyor.



Osmanlı Devleti birinci dünya savaşını kaybedilmiş, bunun üzerine itilaf devletleri tarafında Mondros Antlaşması imzalanmıştı. Bunun sonucunda itilaf devletleri donanmalarını boğaza getirerek son Osmanlı Padişahı Vahidettin'in köşkünün önüne demirleyip, toplarını bu yöne çevirdiler. 13 Kasım 1918 tarihinde itilaf devletleri resmi olarak İstanbul'u işgal ettiklerini bildirdiler. Bu zamandan sonra İstanbul'da yaşayanlar bazı insanlar çürüme, bazı insanlar için acı dolu bir süreç başladı. Bu dönem İstanbul'da okumuş ve işgal süresince İstanbul'da çalışmış olan İ.Hakkı Sunata'nın gördüklerini, duyduklarını ve okuduklarını o dönem İstanbul'u günlüklerine yazmış. Kitapta Osmanlı Devletinin durumunu birici elden nasıl gözüktüğüne burada şahit olacaksınız. Savaştan sonraki yıkılmışlığı, bu yıkılmışlık içinde yeniden hayatlara devam etme çabalarını okuyacaksınız. Devlet yönetimindeki insanların nasıl aciz olduklarına tanık olacaksınız.




İtilaf donanmasını karşısında görenler bazıları sevinmiş, bazıları derin üzüntüye kapılmış, bazıları köşklerinden korkuyla bakmış, bazıları da "geldikleri gibi giderler diyerek" aynı düşüncedeki kişilerle bu gemileri geri göndermişlerdir. Bizim tarihimiz içinde yaşadığımız büyük şoklardan bir tanesidir. Tarih boyunca yenilmişiz, ölmüşüz, başka topraklarda yeniden devlet kurmak zorunda kalmışız ama işgal altında esir yaşamamışız. Bunu görmek, büyük ve güçlü bir Türk İmparatorluğundan sonra bunları yaşamak derin üzüntü ve etki yaratmış.

İstanbul da durumun nasıl kötü ve dışarıdan habersiz olduğunu bazı yerlerde bahsediyor yazar. Kurtuluş savaşı devam ederken orada olan biten hakkında fazla bilgi ulaşmadığını bildiriyor. Gayri müslimlerin hallerini ve yakın arkadaşlarının davranışlarınıda nakletmiş. Kadınların o dönemde nasıl aktif rol oynamak istediklerini ve kadınların bu davranışına karşı gösterilen tutumu da aklımda kalanlardan. Kitap bir günlük olduğunu tekrar hatırlatayım. İstanbul'un işgal edilmesinden kurtuluşuna kadar olan süreci bize aktarmakta. Hükumetin durumu, yaşam koşulları, öğrenim hayatı, günlük hayat vs gibi bir çok konuda bize bilgiler vermekte. O günün şartlarının nasıl olduğunu görmek ve anlamak için güzel bir eser. İstanbul'un işgal yıllarındaki halini görmek için mutlaka okuyun derim. Bizde bazı insanlar hayal görürken gerçek nasıl yaşanmış.






16 Aralık 2015 Çarşamba

Yıldızların Yaşamı ve Kara Delikler




Bizim yapımızın temeli yıldız tozudur

Evren içinde yıldızlar en merak uyandıran gök cisimlerinden bir tanesi. İnsanoğlu bilinçli hale geldiklerinden bu yana yıldızları izlemiş ve onlara anlam vermişler. Gecenin karanlığında gök yüzüne baktıklarında binlerce parlayan cismi görmek ve her gece onun altında yatmak onları büyülemiş. Yıldızlar eski çağdan bu yana insanların merakını celbeden cisimler olmuş. Bilimin ilerlemesi ile insanoğlunun bu merakı daha da artmış ve genişlemiş. Yıldızların nasıl oluştuğu, nasıl ışık saçtıkları ve ömürlerinin sonunda meydana gelenler halen bilim insanları tarafından merakla araştırılmaktadır. Termonükleer reaksiyonların, teleskop ve uzay teknolojilerinin gelişmesi ile yıldızlar  hakkında artık daha fazla şey bilmekteyiz.


Bir güneş enerjisini termonükleer reaksiyon ile sağlar. İçinde bulunan hidrojen atomlarının termonükleer olarak yanması sonucu helyum atomunu meydana getirirler. Enerjisi biten bir güneş genişleme evresine girerek büyür. Buna Kırmızı Dev diyorlar. Güneşin kütlesine göre ölme şekli var. Ben uzun zamandır merak ettiğim konu idi. Evrende farklı güneş çeşitleri var bunlar ne olduğu ile ilgili bu kitap beni aydınlattı. Bizim güneşimiz büyüklüğünde bir güneş, ölme evresine geldiğinde genişler genişler ve sonunda nova patlaması ile beyaz cüce dedikleri yoğun bir elektron güneşine dönüşürler. Sıcaklıkları halen çok yüksek olduğu için beyaz ışık saçmaya devam ederler. Sirius çiftli yıldızının gök bilimciler Sirius B yıldızının bir beyaz cüce olduğunu keşfetmişler.



(www.nasa.gov)
Bizim güneşimizden 5 kat daha büyük güneşler termonükleer yakma işlemini daha ileriye götürebilirler. Bu yıldız türleri ölmeye yakın zamanlarında yine Kırmızı SüperDev halini alırlar. Merkezlerindeki basınç o kadar büyük olur ki artık elektron ve proton birleşerek nötrona dönüşürler. En sonunda süpernova patlaması ile yok olurlar. Bu patlama nova patlaması gibi değil çok kuvvetlidir. MS 1000 dolaylarında böyle bir gözlem Çinliler tarafından yapılmış. Yıldız 1 yıl boyunca yoğun bir şekilde parlayıp yok olmuş. Nötron yıldızları, elektron yıldızlarından daha yoğun, küçük ve dönüş hızları daha hızlıdır. Bu yazıyı hazırlarken NASA'nın haberleri arasında Fermi uzay teleskopunun iki tane gama ışıması keşfettiğini açıkladığını okudum. Yıldızları ve evreni anlamak adına atılan büyük adımlar. Konu içinde geçtiği içinde paylaşmak istedim.


Evren o kadar büyük ki biz uzaklığı ışık yılı olarak veriyoruz. Bir ışık 1saniyede 300000 km yol almakta. Evrede yıldızların temelini atan bulutsu (nebula) denilen atomlardan oluşan yapılar var. Bunlar o kadar büyüktür ki bir ucundan diğer ucuna gitmek için bir kaç bin ışık yılı alıyor. Aynı şekilde gezegenler ve yıldızların büyüklükleri, galaksiler aklımızı zorlayacak kadar büyük olabiliyorlar. Evrende galaksilerin var olduğu bilgisi daha yüzyıl olmamış yeni bir bilgi. Daha önce sadece kendi güneş sistemimiz içinde var olduğumuzu düşünüyorduk. Sonra başka yıldızları, kendi galaksimizi ve sonra milyonlarca galaksi olduğunu evrende öğrendik. Resimde ki bulutsuların (nebula) ne kadar büyük olduğunu gösteriyor.

Kara deliklerin keşfedilmesi ile birlikte ortaya bir çok teori ortaya atıldı. Ama halen tam olarak çözülmüş değil. Güneşimizin 50 katı büyük yıldızların çökmesi ile oluşuyor. Hacmi o kadar küçülüyor fakat yoğunluğu o kadar çok artıyor ki artık ışığın bile çekiminden kurtulamayacağı bir çekim etkisi meydana geliyor. Ben bir çeşit kara deliğin var olduğunu bilirken aslında birkaç çeşidinin olduğunu kitap anlatıyor. Kara delikleri okurken aklıma sürekli bu kara delikler neden var ve sonları ne oluyor diye geçirdim. Evren sonsuz olsa da etrafta binlerce kara deliğin olması ve sürekli evrende bulunan materyalleri kendine çekmesi evreni bir sona götüreceği düşünüyordum. Evren hiç bir şeyi nedensiz ortaya çıkarmaz. Kara deliklerin bir sonu olduğu ve evrene yeni parçacıklar saçtıklarını öğreniyoruz.

Kitap eski bir basım olmasına karşın her anlattığı başlık ile alakalı siyah beyaz bir resim koymuşlar. Bu bakımda çok hoşuma gitti. Bunun yanında galaksiler, kuarslar, evrenin yapısı, teoriler konusunda size bilgi veriyor. Anlatımı çok sade sanki bir yıldız belgeseli izliyormuşum gibi sırası ile size bilgileri sunmuş. Kitabın güncel bir baskısı yok. Baktım bu basımdan sonra bir kere daha basılmış ve ucuz şekilde sahaflarda bulunmakta. Benim aklımdaki soru işaretlerinin bir kısmını yanıtladı yıldızlar ile ilgili. Evreni ve yıldızları merak edenlere önerebileceğim bir kitap.

7 Aralık 2015 Pazartesi

Troia



Daha önceki yazımda da Troya hakkında Türkçe pek kitap olmadığını söylemiştim. Yazar daha önce Hititler üzerine olan kitabını okumuş ve hoşuma gitmişti. Troya yazılı kaynak bulunmadığı için kitap genellikle arkeolojik buluntuların yorumlanması üzerinden gitmekte. Kitapta ilk olarak Troya'nın bulunma öyküsü yer almakta. Troya kalıntılarını bulan H.Schliemann'ın hayatı ve bu kalıntıları nasıl bulduğu üzerine değinilmiş. Bazıları için kahraman bizim için ise bir hırsız olan bu zat. Agememnon Mezarı kitabında zaten H.Schliemann'ın Troya kazılarını yaptığını anlatmıştı. Aynı şekilde bu kitapta da kazı alanına nasıl zarar verdiği, çıkardığı buluntuları kendi kafasına göre tarihlendirdiği ve tutarsız hikayeler kurarak gerçekliği çarpıttığı anlatılıyor. Troya'yı bulması ile halen bir kahraman gözüyle bakılan H.Schliemann, buluntuları ince bir titizlikle yurt dışına kaçırmayı da unutmuyor. Daha sonra ise Troya kalıntılarını ele alacak kişi ise H.Schliemann'ın yakın arkadaşı ve karakter olarak tam zıttı bir kişi. Bilimsel bir açıdan değerlendirmeler, titiz kazılar yapan Wilhelm Dörpfeld oluyor. 

Kazılar ilk yapılmaya başlandığında H.Schliemann İlyada'da okuduğu efsanevi şehri ararken  aklına uzun yıllar üzerinde sürekli yaşamın bulunduğu bir şehir beklemiyordu. Şehrin 9 katmandan oluştuğunu keşfeden W. Dörpfeld oldu. Troya 3500 yıllık tarihi boyunca 20 metre ilk başlangıç notasında yükselmiş. Her yeni yerleşim bir öncekinin üzerine kurulmuş.



Troya I MÖ 3000-2500
Troya II MÖ 2500-2200
TroyaIII MÖ 2200-2050
TroyaIV MÖ 2050-1900
Troya V MÖ 1900-1800
Troya VI MÖ 1800-1300
Troya VII MÖ 1300-1100
Troya VIII MÖ 700-35
Troya IX MÖ 85 MS 4


Troya'ya ilk yerleşenlerin kimler olduğu bilinmiyor. Bu grubun denizden mi buraya yoksa karadan mı geldiği tam belirlenememiş. Şimdilik kazılardan en eski izler MÖ 6000 kadar gidilebilmiş. Troya I zamanında daha önce ufak köy yerleşimlerini gölgede bırakacak bir şehirleşmeye rastlanmış. Bu tarihte ilk savunma duvarının yapılmış. Troya her dönemde farklı grupların etkileri arasına girmiş yada başka gruplar onu yeniden inşa etmişler. Bu dönemler arasında bulunan keramikler, boyamalar, ölü gömme şekilleri, yapılar gibi bir çok şey dönemler arasında farklılık göstermiş. Bu dönemler arasında bilim insanları umutla yazılı bir kaynak çıkmasını ummuşlar fakat sadece bir mühür bulundu şimdiye kadar. Kendi çağında çevresindeki medeniyetlerin yazı kullanmalarına rağmen Troya da yazılı belgelerin bulunmaması ilginç tabi. Bu bulunan yazıda helence olmadığını belirtelim. Yunanlılar kendi sahte tarihlerini yaratmak için ellerinden geleni yapıyorlar çünkü.

Şehir bir kaç defa baştan yıkılıp tekrar yapıldığı için Troya ile Miken arasındaki, İlyada da bahsi geçen efsanevi savaşın ne zaman olduğu tam olarak belirlenememiş. Troya II döneminde Troya Savaşı'nın olduğu düşünülse de Helenlerin Miken'e MÖ 1900'larda geldiği kanıtlandığı için bu tarih göz önünde alındığında ve Mikenlilerin MÖ 1400'lerde  ticaret kolonilerini geliştirdikleri dönemde Troya VI'nın en görkemli kalenin bu dönemde inşa edilmiş olması savaşın bu dönemde olma olasılığını getiriyor. Troya VII döneminde bir kez daha bir yıkım yaşamış şehir. Fakat o dönemde tüm medeniyetler bir çöküş yaşamışlar. Miken, Hitit, Adaların çoğu bu dönemde yıkıldılar. Mısırlılar yıkımdan kurtulan tek medeniyet oldu. Arkeologlar bu yıkıma sebep olan kavime deniz kavimleri demekteler. Bu deniz kavimlerini de Troya konusundan sonra inceleyeceğim. 

Troya daha sonra İonlar, romalılar ve başka kavimlere ev sahipliği yapsa da eski gücüne ulaşamadı. Roma devrinde tekrardan yapılarak bir kutsal mekan haline getirildi. Daha sonra yıkılarak unutuldu. 

Kitapta ilgimi çeken bir konuda atlar üzerine bir makale bulunmakta. Neden atlar ilgimi çekti derseniz Türk tarihinden dolayı hep merak ettiğim bir husus Türkler ne zaman süvari halinde savaşmaya başladıkları. Eski çağlarda atlar kullanılsa da savaş arabalarını çekme ve taşıma amaçlı kullanılıyordu. Atlı savaşçılar daha doğmamıştı o dönemde. Fakat daha önce bahsettiğim Hurrilere ait atların nasıl yetiştirileceğine dair bir tablet ele geçirilmişti. Atları araştıran kişi ilk süvarilerin Hunlar döneminde çıktığını söylese de yanlışı olduğu düşünüyorum. Urartular ve İskitler zamanında atlı süvariler bulunmakta idi. Atlar konusunu Türk tarihi içinde kaynak buldukça araştıracağım.

Kitap Troya hakkında bir araştırma kitabı. Yazar Çanakkale'ye gelerek buradaki Troya kazılarını yöneten bilim insanları ile konuşmuş ve bilgi almış. Yoğun arkeoloji geçtiği için kitabın içinde bazı yerler sizi sıkabilir. Fakat Troya hakkında geniş bilgiler edinmenizi sağlayacak bir eser. Arkeolojik buluntuları anlatsa da bu sayfalar arasında ne olduğunu güzel anlatıyor. Fakat yazar bazı yerlerde Avrupa görüşünü aşamamış. Kitabı okurken çok üzüldüğüm bir nokta oldu. Kazıların sürdürülmesi bağış yolu ile devam ediyormuş. Bizim için çok üzücü ve utanç verici bir durum. Umarım milli parkın sınırlarının genişletilmesi, Troya müzesinin inşa edilmesi ve maddi destek sağlanır devlet tarafından. Troya hakkında bilgi edinmek isteyenlere bu kitabı tavsiye ederim.


1 Aralık 2015 Salı

Oğuz Destanı (Reşideddin Oğuznamesi)




Daha önce Türk Mitolojisi kitaplarında da bahsettiğim gibi Oğuz Kağan Türklerin mitolojilerinde ve düşüncelerin de büyük bir yer kaplamakta. Oğuz Kağan'ın destanında ortaya çıkan Türk boyları ve Oğuz boyları ve Dış Oğuzlar denilen diğer Türk boyların oluşumunu anlatmakta. Bunun yanında bir çok Türk gelenek ve düşüncesini de içermekte. Bunları daha önce okuduğum mitoloji kitaplarından aktarmaya çalışmıştım. 

Oğuz Destanı Türkler arasında yıllarca sözlü anlatım ile yaşamış. Daha sonra bazı kişiler tarafından da yazıya geçirildi. Bu yazıya geçirilmiş Oğuznameler yazıya geçiren kişi yada bulundu yerlere göre isimler verilmiştir. İlk yazıya geçirilmiş Oğuzname Uygurlar dönemindedir. Daha sonraki Oğuznameler geç dönemlere rastlamaktadır. Yinede yazıya geçirilen ilk eserler olduğu için Oğuznameler açısından büyük bir önem arz etmekteler. Her yazıya geçirilen Oğuzname yazıldığı devre ve zamana göre belli özellikler taşımakta ve kendi yapısından bazı özellikler kaybetmiş. Reşideddin; İlhanlı sarayının veziri, tarihçisi ve doktorudur. Reşideddin Oğuznamesi Oğuzların müslüman olmadığı zamana kadar olan yaptıkları işleri anlatan bir kitap. Burada anlatıldığı zamana göre içine islam etkisi de girmiş. Mitolojik Oğuz anlatımına göre burada anlatılanlar artık destan özelliği kazanmış. Mitolojik kavramlar artık yok olmaya başlamış. Kitapta Türklerin soyunun nereden geldiği üzerine rivayetten başlayıp, oğuzların yaptıklarına kadar tüm seferleri anlatmakta. Burada anlatılan yer isimleri gerçeğe daha yakın olmakta. Reşideddin Oğuznamesinin diğer bir incelemesi de Bahaeddin Öğel'in Türk Mitolojisi 1 kitabında bulunmaktadır.

Kitapta diğer bölüm olarak Reşideddin Oğuznamesi ile Ebu'l Gazi Bahardır Han'ın aktardığı Oğuz name arasında yazım ve anlatım bakımından karşılaştırması mevcut. Ebu'l Gazi Bahardır Han'ın Oğuznamesi de aynı şekilde Oğuz Kağan Destanını yazıya geçirilmiş bir nüshasıdır. 

Kitabın son kısmı ise destanın tahlil edilmesi üzerine. Burada anlatılanlar tarih süreci içinde önemli. Z.V. Togan Oğuz destanının aslında üst üste binmiş Türklerin kahramanlıkları olduğunu söylemekte. Bu kahramanlıkların zamanı ise İskitlerin M.Ö. 8.yy da kurdukları büyük imparatorluktan başlamakta. Daha sonra bu kahramanlıklar her Türk boyunun yaptığı işler ile birleşerek bir destanın oluşturmuş. Oğuz destanında geçen Dış Oğuzlar dediğimiz, daha öncede bahsettiğim Oğuz Kağan tarafından isim verilen boyların Oğuz Destanından öncede tarih içinde var olduğunu tespit etmişler. Kalaçlar (Halaçlar), Kanglı, Uygur, Kıpçak gibi destanda geçen boyların daha eski olarak tarih sahnesinde gözükmekteler. Daha önce Türk Destanlarında Giriş kitabında da belirtiğimiz gibi Oğuz Kağan'ın soyu olarak ortaya çıkan 24 Türk boyunun kabileler birliği şeklinde teşkil edildiğini belirtmekte. Oğuz Boylarının Okların birliği olarak ortaya çıktığını belirtmişler. Oğuz Kağan destanı Türk milletinin teşkilatlanmasını, tarih içindeki kahramanlıklarını, devlet geleneklerini, sistemlerini, inançlarını, kozmogonilerini anlattığı bütünleşmiş bir eser olarak ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı bu destanı bilmek kendimizi bilmek demektir. Zeki V. Togan'da son sözde araştırmaların devam etmesini ve hangi yönde yapılması gerektirdiğini açıklamış kitapta.

Türklerin tarih içinde oluşan karakter özellikleri onların uzun süre yaşamalarını ve büyük topraklara hüküm sürmelerini sağlamış. Bunlardan bir tanesi de gittikleri coğrafyaya uyum sağlamalarıdır. Yalnız bazı karakter özellikleri iki tarafı keskin kılıca benzer. İyi kullanıldı mı karşı tarafı, kötü kullanıldı mı kendini keser. Bundan dolayı Çin topraklarından, Sibirya'nın soğuk tunduralarına, Asya'nın geniş bozkırlarına, Hindistan, Rusya, Anadolu ve Avrupa topraklarına kadar bir çok alana gitmiş ve oraları hükmetmişlerdir. Coğrafyaya uyum çok fazla sağlanması sonucu da bazı yerlerde, hükmettiği topraklarda asimile olmuşlar. Hindistan ve Orta Avrupa buna güzel bir örnektir. Oğuz Destanı ve diğer milli destanlarımızı bilmek bundan dolayı hayati öneme sahiptir. Uydurma ve çalıntı Yunan Mitolojisini öğrenme yerine kendi Mitolojimizi öğrenmeliyiz.

Kitap diğer Zeki Velidi Togan kitapları gibi baskısı yok. Sahaflardan bulma ihtimaliniz var benim gibi ama yüksek fiyata satıyorlar. Bundan dolayı size kalmış bir şey. Normal okuyucu için okunması elzem değil. Türk Mitolojisi 1-2, Türk Destanlarına Giriş ve Türk Mitolojik Sistemi 1-2 gibi baskısı olan kitapları okurlarsa yine bilgi sahibi olurlar.  
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...