28 Temmuz 2015 Salı

Atatürk'ün Almanya ve Avusturya Gezileri



Daha önce okuduğum Atatürk'ün Bana Anlatıkları ve Atatürk'ün Karlsbad hatıratı kitaplarından farklı bir bilgi bulunur diye bu kitabı aldım. Kitap nispeten bu iki kitabın anlatıklarının dışında olayların olduğu insanların çevresini biraz daha genişleterek bize anlatmış. 

Osmanlı heyetinin neden Almanya gittiğini, nasıl gittiklerini ve Almanya'ya  gidecek heyetin nasıl seçileceği konusunda tarihi bilgi sunmuş. Geri kalan Atatürk'ün hatıraları ile aynı nerede ise. Heyette bulunan Lütfi Simavi'nin bu gezi ile sunduğu rapor olayları biraz daha genişletmiş. Bu kitap daha sonra kitap haline getirilmiş. Atatürk'ün Bana Anlattıkların da ki bazı kişiler belirsiz idi. Bu kitapta onların kim olduğu tespit edilmiş. 

Karlsbad konusunda pek bir artı olarak bir şey yok. Mustafa Kemal Paşa'nın buraya niye gitmek istediği Lütfi Simavi'nin hatıratın bakılarak anlatılmış. Zaten hasta olmasından dolayı gitmek isteğini gerekli yerlere o dönemde bildiren Mustafa Kemal Paşa gerekli temasların yaptığını, bunun yanında dışarıdan da başka bir gözle Mustafa Kemal Paşa ile Enver Paşa arasındaki gerginliği ufakta olsa görebiliyorsunuz. Sadece Mustafa Kemal Paşa değil dışarıdan bakanlarda Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul da bulunmasını Enver Paşa'nın tehlikeli bulduğunu dile getirmiş.

Son olarak da Mustafa Kemal Paşa'nın Almanya gezisinde tanıştığı Alman ordusunda üst rütbede bulunan Mareşal von Hindenburg olan mektuplarını eklemiş. Alman ordusunun yenilmesinden sonra kurulan Alman Cumhuriyetinin daha sonra Cumhurbaşkanı olan Mareşal von Hinderburg ve o zaman Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk ile olan mektuplarında aradaki ilişkinin devam ettirildiği görülüyor. 

Kitap yeni bilgi konusunda fazla bir şey sunmasa da  bazı tarih içindeki ufak noktaları dolduruyor. Bu bakımda okumak isteyenlere sahaflardan ulaşabilirler. Baskısı yok kitabın. Yazarın daha önce Atatürk'ün Almanya Gezisi kitabı bu kitabın ilk hali ve hacim olarak daha az. İş Bankasından çıkan baskısı ile genişletilmiş bir baskı. Kitap yinede hacim olarak çok küçük. 

24 Temmuz 2015 Cuma

Eski Türk Mitolojisi




Türkoloji araştırmaları dendiği zaman yabancılar arasında aklımıza gelen en ünlü kişi Jean-Paul Roux dur. Türk kültürü ve Moğollar üzerine bir çok araştırma yapmış. Orta Asyada kültüründe bir çok konuyu işlemiş ve Türkçe olarak bir çok kitabı çevrilmiştir. Mitoloji kitabı hangi yayınından çevrildiğini tam anlamadım. Çünkü kitapta ki orjinal ismi eserin Almanca verilmiş. 

Türk Mitolojisi olarak konuları başlıklar halinde incelemiş ve geniş bir kaynak vererek okuyucuya sunmuş eserde. Genel kabul edeceğimiz başlıklar, uzun uzadıya değilde konu hakkında bilgi vermek için yazılmış. Bu bakımdan biraz kaynaklardan toplama bir eser olmuş.

Türk tarihinde Gök (Kök) Türk Kağanlığı zamanında başlıyor. Çünkü kendisininde belirttiği gibi Hunların Türk olup olmadığı konusunda emin değil. Çinlilerin kaynaklarının Hunları Türk olarak nitelendirse de kendisi buna şüphe ile bakmış. Fakat Hunların içinde Türk boylarının elbette olabileceğini söylemiş. Burada bazı bilgilerin Moğol mu Türk mü olduğu konusunda da bir karara varamamış. 

Kitapta Türk Mitolojisi olarak genel bir bilgi aktarsa da bunun üzerine uzun uzadıya bir tartışmaya girmemiş. Buda basit sadece bilgi vermek için hazırlanmış bir eser niteliğinde olmuş. Türk Mitolojisi-1, Türk Mitolojisi-2, Türk Mitolojik Sistemi-1-2 okuduktan sonra bu eser bana çok hafif geldi. İlk bu eseri okusam daha iyi olacakmış konuya giriş olarak belli başlı başlıkların ne olduğunu okuyabilirdim. Direk daha geniş kitaplardan başlayınca bu eser hem bilgi hemde hacim olarak çok hafif geldi.

Kitap Türk Mitolojisini merak edenlerin okuyabileceği, anlatımının ağır olmadığı bir eser. Giriş olarak düşünülerek okunabilir. Fakat her okuduğunuza da doğru diyerek kabul etmemenizi tavsiye ederim. Sonuçta kaynaklardan toparlamış bir eser olmasına karşın, konular derinlemesine irdelenmiyor. Ne kadar Türkolog olsa da bazı konularda Hint-Avrupa düşüncesini aşamamış ne yazık. Konu hakkında fazla kitap bulunmadığından dolayı dediğim gibi giriş niteliğinde okunabilir.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Bir devrin Sonu Mondros



Milli mücadele tarihi nereden okumaya başlanmalı diye çok düşündüm. Tarih ortasından bir yeri okumaya karar verince bir anda okunmaya başlanmıyor. Çünkü tarihi olayların daha önceki bir olayın etkisi ile o zamana gelmişlerdir.  Mili Mücadele tarihine Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'dan Samsun'a geçmesinden başlasam. Bu kez Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul da geçirdiği altı ayı unutmam gerekecekti. Aynı şekilde diğer Osmanlı Paşalarının yaptıklarını. Ülkenin çeşitli yerlerinde başlayan direniş hareketlerinide. Bundan dolayı artık Osmanlı Devletinin fiili olmasa da bittiği, 1. Dünya Harbiden sonra imzalanan Mondros Mütarekesini başlangıç olarak almanın daha uygun olacağını düşündüm. Hemde bununla birlikte ülke topraklarında  milli düşüncenin uyanmaya başladığı ve direniş hareketlerinin yavaş yavaş başlaması da en uygun zamanın buradan başlamak olduğuna kanaat getirdim.

1.Dünya Harbi sonucunda İttifak Devletleri (Bulgaristan, Osmanlı Devleti, Avusturya-Macaristan imp. ve Almanya) yenilmiş. İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD) ile savaşın durması için mütarekeler imzalamışlardır. Osmanlı Devleti Savaş sonucunda Mondros Mütarekesini imzalamış buda her şeyin başlangıcı olmuştur.

Kitapta genel durumu özetleyerek başlıyor. Çünkü dediğim gibi öncesindeki tetikleyen olayları anlamadan o zamanı okumak sıkıntılı olacaktır. Mütarekenin gelişmesi ve maddelerini sunmuş bize, o tarihte mütarekeye nasıl gidildiği ile ilgili tarihsel süreç içersin de anlatılıyor. Bunun yanında diğer müttefik devletler ile yapılan mütarekeleri de vermişler. Okuduğunuzda görüyorsunuz ki o kadar ağır şartlar altında tüm ittifak Devletlerine mütareke imzalamış. Mütarekelerin tek tek ve genel olarak incelenmesi de güzel bir çalışma olmuş.

Tüm devletler için imzalanan mütarekeler çok ağır şartlar içermekte. Bunları okuyunca bir işgal için yapılan anlaşma olduğu ve devletleri artık hareket edemez hale getirmek istendiği anlaşılıyor. Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra belli çevrelerde nasıl algılandığı üzerine durulmuş. Osmanlı içersin de halkın bir kısmı artık savaş olmayacağı için buna sevinmiş fakat bazı kesimleri şartlar nedeniyle pek memnun kalmamış. Bunda ilginç olan Ali Kemal'in Mütareke şartlarını beğenmeyip eleştirmesi, imzalayan Rauf Orbay'ın Mütarekeyi övmesidir. Kitapta Mütareke şartlarının direk önümüze getirildiği gibi imzalanmadığı, maddeler üzerinde değişiklikler yapılmaya çalışıldığı, bazı yerlerde düzenlemeler yapıldığı görülüyor. Ama ana temel olarak İngilizler ağır şartları geri çekmemişler. Osmanlı Devleti olarak Mütarekeye bakış ise yine iyimser bir havadadır. Meclis üyelerinin davranışı ve yapılan basın toplantılarında halka Mütarekenin sunumu saflık derecesinde olmuş.

Rauf Orbay'ın İngiliz Generalin sözüne bakarak Yunan kuvvetlerinin İstanbul boğazı kontrol edilmeyeceği sözüne güvenmesi gerçekten büyük saflık olmuş. Daha sonraki mütarekenin uygulanacağı ile ilgili düşünceleri gerçekten çok iyimser bakılmaktadır. Ama tarihi işleyiş hiçte Rauf Orbay'ın beklediği gibi iyimser gitmemiştir.

Osmanlı Basınında mütarekenin etkisi ve resmi olarak İstanbul'un ve İzmir'in işgalinin nasıl yansıdığı incelenmiş. İstanbul'un resmi olmayan ilk işgalini ve daha sonra resmi olarak itilaf devletleri tarafından yapılan işgali. İzmir'in işgali ve bunun halk üzerinde etkisi değinilmiş. İzmir ve İstanbul işgalinde bazı grupların nasıl davrandıklarını. Özellikle İzmir'i işgal eden Yunanlıların nasıl davrandığına değinmiş. Bu işgallerin sonucunda Türk halkında yanmayan başlayan mücadele ruhuna da değinmiş. 

Biz hep  Mondros Mütarekesi sonucunda İstanbul'un ve Anadolu'nun işgal edildiğini öğrendik. Bunun sonucunda da Mustafa Kemal Paşa'nın Samsuna gönderilmesini. Burada hiç Mütareke şartları ve diğer devletlerin imzaladıkları mütarekeleri görmedik. Bunun açıdan güzel bir kitap Mondros'u anlamak ve 1.Dünya Savaşından sonraki Osmanlı topraklarının durumunu kavramak için güzel hazırlanmış. Bir devrin sonu ve yeni bir devrin başlangıcı olarak, Mondros Mütarekesini ve diğer ittifak devletlerinin durumunu kavramak için güzel bir eser.

Böylelikle Milli Mücadele tarihine başlamış olduk.


13 Temmuz 2015 Pazartesi

Türk Mitolojik Sistemi 1



Türk Mitolojisi araştırmalarına devam etmekteyim. Ülkemizde ne yazık ki Türk Mitolojisi üzerine yapılan çalışmalar çok az olmakta. Bu araştırmaların akademik olarak desteklenmemesi buna en büyük sebeplerden bir tanesi. Aslında geniş bir düşüce dünyası olan Türklerin Mitolojileri de geniştir. Bunun yanında çok geniş coğrafyaya yayıldıkları için ve her coğrafyadaki temas ettikleri halklar, iklim şartları, coğrafi yapılar, yaşam koşulları gibi değişkenlikler olduğundan Mitolojiler zaman içinde evrilmeye başlamış. Bunların takip edilmesi, ana mitolojik unsurların iyi öğrenilip manalarının çıkarılması, Türk Mitolojik anlayışına diğer kavimlerin mitolojilerinden geçmiş unsurların belirlenmesi önemlidir. Aynı şekilde Türk Mitolojisinden diğer kavimlerin mitolojilerine geçişlerde araştırılmalıdır. Bunun yanında dünya mitolojileri ile de karşılaştırılma yapılması gerekmektedir. Ama akademik olarak çalışanların az olması nedeniyle bunlar yapılamamaktadır.

Türk Mitolojisi Sistemi kitabı diğer araştırmalara göre daha yeni sayılabilecek bir araştırmadır. Birinci kitapta daha temel mitolojik kavramlar üzerine durulmuş ve aydınlatılmaya çalışılmış.

Her milletin Mitolojisi içersin de evreni ve dünyayı algılama şekli vardır. Yerleşik hayat yaşayan kavimler ile geniş bir alanda yaşayan hareketli kavimlerin anlayışları arasında büyük farklılıklar ortaya çıkmakta. Aynı şekilde ekonomik olarak da bakıldığında göçebe-hayvancılık ile ilgilenen kavimlerin anlayışı ile tarım ile uğraşan kavimlerin anlayışı çok farklılık gösterir. Türkler Evreni ve Dünyayı bir yurt gibi düşünmüşler ve buna birde yeraltı eklemişler. Kendileri de gök kubbe ve yeraltı arasında yaşadıklarını. Tüm bu tabakaları birleştiren birde göğün direğinin olduğunu. Evrenin ise demir kazık dedikleri (kutup yıldızı) etrafında döndüğünü düşünmüşler. Bir çok ayrıntı kitapta mevcut tabi. En ilginci Oğuz Kağan Destanındaki sayıların bir takvim ifade etmesi, oğullarının sağına ve soluna oturması mevsimleri göstermesi Oğuz Kağan destanındaki Mitolojik evren algısını güzel yansıtıyor. Zaten Türk Mitolojisi düşüncesi Oğuz Kağan Destanı içinde neredeyse temel olarak bulunmakta.

Dünya da ki her büyük kavim gibi Türklerde evrenin nasıl ortaya çıktığını ve dünyanın nasıl yaratıldığını Mitolojilerinde bulunmakta. Genel olarak Dünya da ki diğer Mitolojiler gibi Türklerde Evrenin ilk başta bir sadece sudan var olduğunu. Ve onun içinde Ülgen'nin uçmakta olduğunu varsaymışlar. Daha sonra Ak Ana Ülgen'e yaratma gücü vererek Dünyayı yaratmasını sağlıyor. Bu yaratılışın bir çok varyantı zaman içinde Türk toplulukları içinde oluşmuş.

Türk Boylarının ortaya çıkış efsaneleri ise mitolojide her boy için ayrı olarak yer kaplamaktadır. Oğuz Boyları (24 Boy) Oğuz Kağan'ın torunlarını soyundan geldiği mitolojik olarak anlatılır. Aynı destanda dış oğuzların nasıl ortaya çıktığı da anlatılmaktadır. Karlukların Oğuz Destanın da Oğuz Kağanın Atını dağdan alıp getirmesi ile bu ismi alan erin soyundan gelenlerdir. Yine sefer sırasında ağaç kovuğunda doğan yada bir başka varyantında ordunun nehri geçmesini sağlaması için sallar yapan ere kıpçak demesi ve kıpçakların bu erin soyundan gelmesi. Elde edilen ganimeti taşımak için kağnıyı bulan ere kangılı demesi ve soyun bu erden devam etmesi gibi dış oğuzların oluşumunu destanda anlatmaktadır. Bunun yanında kırgızlar'ın oluşumu ise bir Türk prensesinin bir gece vakti mahiyeti ile birlikte bir göle gitmesi ve göle gökten ışıkların düşmesi ile 40 kızın hamile kalması ile sonucu bu 40 kızın sürgün edilmesi sonucu kırgızlar ortaya çıkmıştır. Bunun gibi boyların bir çok menşeyi efsanesi bulunmaktadır.

Türk Mitolojisinde ve inanç sisteminde en çok karıştırılan konulardan bir tanesi ruhların ve tanrıların hiyerarşisidir. Türkler canlı ve cansız her varlığın ruhları olduğunu düşünürler. Bundan dolayı kötü ve iyi ruhların olduğu, bunların bazılarının önemli olduğu için bazı törenler gelişmiştir. Ateş ruhu, eşik ruhu, umay ana, iyeler, tösler ve yer-sular gibi ruhların hepsinin bir işlevinin olduğunu düşünmüşlerdir. Bunların bazılarına törenler düzenleseler de Türklerde tapılacak bir Tanrı niteliği genel olarak gelişmemiş. Daha sonraları bazı guruplarda ön plana çıktığı görülmüş. Bunun dışından tanrıların olduğu biliniyor. Bunlar Ülgen, Erlik, Umay Ana, Ak Ene vs gibi Tanrılar vardır. Bunlara da törenler ve kurbanlar kesilir. Hepsinin bir görevi vardır yaşam içinde. Fakat her şeye gücü yeten tek tanrı vardır. Mesela yaratılış mitinde Ülgen insanı ve dünyayı tek başına yaratamaz. Bunu başka bir tanrıdan alır. Bu tanrı ise Türklerin her zaman ön planda tutuğu bu yer-su ve diğer tanrılardan farklı yere koyduğu Gök Tengrisidir. 

Gök Tengri inancı Türklerde çok büyük önemi bulunmaktadır. Diğer tanrılar gibi her zaman hayatın içinde değil her şeyin üzerinden ve geride bekleyen sonsuz bir güç olarak vardır. Bundan dolayı her şeyi yaratan ama insanların ve doğanın işleyişine karışmayan Gök Tengri olmuştur. İlginçtir ki Türklerde Gök Tengrinin hiç bir şekilde putu yoktur. Bundan dolayıda onları korumak için tapınakta bulunmaz. İşaret olarak bir simgesi vardır. Kağanlar kendilerini bulundukları konuma getirenin Tengri olduğunu ona ve ailesine Kut bahşettiğini sürekli dile getirirler. Yaptıkları anlaşmalarda ve yahut mektuplarda "Gök Tengri tarafından Kut almış.." gibi ifadeler mevcuttur. Yaptıkları her işte Tengri'ye dua ederler ve ona adak anarlar. Güçlerinin ondan geldiğine inanırlar.

Gök Tengri'nin simgesi

Türkler arasında halen bugünde yanlış anlaşılan  bir husus Şamanlık olayıdır. Yapılan araştırmalarda yazılı ve sözlü kaynaklarda Şamanizm'in Türklerin milli dini olduğuna dair kanıt mevcut değildir. Bu kaynakta ve bir çok önemli tarihçinin ve araştırmacının belirttiği üzere böyle bir dinin var olmadığı. Fakat zaman içinde din olgusundan sapılarak bu şekilde bir din sistematiğinin çıktığını belirtirler. Şaman isminin bile belli zamandan önce Türk halkları arasında var olamadığı gözükür. Şuan bunun Türk halklarında bile Şamanlık bir din değildir. Şamanlık ruhlar ile insanlar arasında bağlantıyı kuran, insanları iyileştiren bir din adamı niteliği taşımaktadır.

Türk Mitolojisi ve Türk Destanları bittikten sonraki araştırma konusu Türk İnanç sistemi kapsamında Gök Tanrı ve Şamanlık konularını okumayı düşünüyorum. Burada bulduğum kaynakları inceleyerek bu zaman kadar okuduğum kaynaklar ile daha iyi anlaşılacaktır. Bu kitap bu konuda yapılmış araştırmalardan en yenisi. Geniş bir araştırmadan ve bir çok Mitolojik unsurdan bahsedilmekte benim burada daha bahsetmediğim. Meraklı olanlara tavsiye ederim.


8 Temmuz 2015 Çarşamba

107 Kimya Öyküsü




Uzun sürede okuduğum yine kitaplardan bir tanesi. Yatakta başucumda yatmadan önce okuduğum güzel kimya hikayelerinden oluşan bir kitap. Bir kimyacı olarak birincisi çok beğendim kitabı. İkinci olarak bilmediğim çok şey öğrendim. Yazarların konuları anlatma tarzları ve tarihin içinden geçerek günümüze kadar gelmeleri çok güzel olmuş. 

Kitap hakkında konuşulacak olursak uzun uzadıya bir şey yazabileceğimi sanmıyorum. Denildiği gibi 107 kimya öyküsünden oluşan sizi kimyanın tarihine ve gizemine götürecek bir çalışma olmuş. İlk ana başlıkta bulunan Büyük Evin Sakinleri konusu; Periyodik Tabloda bulunan elementlerin macerasını bize anlatıyor. Bu bölümü okurken sık sık bu kitap Liseler ve Genel Kimya 1 dersinde okutulmalı diye düşündüm. Ben mesela elementlerin nasıl bulunduğunu ve ne işe yaradıklarını 1. sınıftayken çok merak edip araştırmıştım ama hocalar hepsi geçiştirmişti. Bu kitapta hepsi olmasa da bazı elementlerin nasıl bulundukları ve neden Periyodik Tabloda bulundukları yeri işgal ettiklerini çok güzel anlatmışlar. İnsanın aklından bu tür konuların çıkacağını sanmıyorum. İleride Akademide hoca olursam sınav sorularının bir tanesi bu kitaptan :)

Her bilim dalında olduğu gibi kimyada çok geniş bir bilim dalıdır. Bir kişinin bırakın Kimyanın tüm konularını bilmeyi Ana Bilim Dallarının alt başlıklarının tümünü bile bilmesine artık imkan yoktur. Kitapta bazı kimya dallarının tarih içersin de nasıl ortaya çıktığını da güzel bir hikayesel anlatımla bize sunmuşlar. 

Kitap içersin de bir çok ilginç konuya değinilmiş. Elementlerin bulunması, çeşitli birleşiklerin keşfi, çok az miktarda bulunan atomların tayin edilmesi, Elmas ve yine Elmas :), karbon birleşikleri neden farklı özellik gösterdiği, güneşin kimyası, uzaydaki gök cisimlerinin kimyasının ölçülmesi, radyoaktif maddelerin keşfi, yapay elementlerin nasıl oluşturulduğu aklım da kalanlar. Zira hepsini yazacak olursam içeriği buraya yazmış olacağım. 

Türkiye de yayınlanan bilim kitapları arasında Kimya genelde çok az yer tutuyor. Bu nedenle bu kitap önemli diye düşünüyorum. Sıkıcı ders notlarından ve hocaların sıkıcı anlatımından ziyada bu şekilde öğrenilmesi insanın aklında daha fazla şey kalacağını düşünüyorum. Meraklılarını da sevindirecektir. Kitap ne yazık ki artık basılmıyor. Tübitak için bilim ışığından ziyada  başka konular ile meşgul. Sahaflarda ucuza bulabileceğinizi düşünüyorum. Meraklısı ve bilimi sevenlerin hoşuna gideceğini düşündüğüm bir eser.

2 Temmuz 2015 Perşembe

M.Kemal Atatürk'ün Karlsbad Hatıraları






Atatürk'ün ayak izinden tarihi süreci takip etmeye devam ediyorum. Tek Adam'ın 1.cildinin kapsadığı zaman sürecini halen aşmış değilim. Burada bulunan incelemeler, hatıratlar ve Atatürk'ün Soy Kütüğü gibi yeni çalışmalar nedeniyle her şeyi tarihi süreç içersin de okumak istiyorum. 

Osmanlı Tarihi içersin de geçen bir çok olayı daha önce de dediğim gibi görmezden geleceğim. Çünkü bu olaylar ne kadar Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu etkileyen olaylar olsa da sonuçta Osmanlı İmparatorluğu tarihi içinde geçmekte. Bunun yanında Balkan Harbi ve 1.Cihan Harbi gibi çok geniş konulara girerek esas okumak istediğim konuları geri bırakmakta istemiyorum.

1. Cihan Harbinin devamı sırasında tüm Osmanlı üst düzey askerleri gibi Mustafa Kemal'inde hayatı o dönemde çok yoğun geçmekteydi. Eskiden beri devam eden bazen kendini durduracak derece devam eden sağlık sorunları savaşın her anında kendini gösteriyordu. Trablusgarp savunmaya giderken rahatsızlanması, Çanakkale Savaşlarında böbreklerinden rahatsızlanıp yatağa düşmesi artık Mustafa Kemal'i bir yerde yormaya başladı. Ama duracak zaman ve yetişmiş kumandan sıkıntısı vardı Osmanlı Ordusu içinde. Çanakkale Savaşı sırasında "İnsanlığımı korumak için kitap okuyorum" diyen Mustafa Kemal artık dayanamayıp savaş durumu kesinleşince izin alarak İstanbul'a geçer. Burada da tekrardan görevlendirme ile Muş ve Bitlisin geri alınması için doğu cephesine gitmesi ve düşman elinden tekrar alması ile artık atandığı 2. Ordu Komutanlığına gitmeyerek 4 ay hastalık iznine ayrılmıştır. 

Daha sonra Veliaht Vahdettin ile birlikte Almayan gezine gidip dönmesini de burada geçen anılarını da "Atatürk'ün Bana Anlattıkları" kitabında yazmıştım.

Almaya dönüşünden sonra böbreklerinden çektiği rahatsızlık nedeni ile artık tedavi olması gerekliliği baş gösterdiği için. Viyana Karlsbad'a gider. Bu kitapta geçen hatıralar 30 Haziran - 28 Temmuz 1918 tarihlerinde burada geçen zamanı boyunca tuttuğu 5 defterlik hatıralarından oluşmaktadır. 

Genellikler günlük yaptığı işleri, okuduğu kitapları yazmasına rağmen aklına takılan soruları da bazı günler notlarına geçirmiştir. Burada görülen Osmanlı Devletinin son durumunun ne olacağı ve Enver Paşa'nın kendine karşı tutumu kafasını kurcaladığı belli oluyor. Bir kaç konu daha kafasını kurcaladığı bellidir. Bunların yanında Karlsbad'da bulunan diğer Osmanlı askerleri ve onların akrabaları ile yaptığı fikir tartışmalarını da kayda geçirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce kadınlar hakkında ki düşüncülerinin çoktan şekillendiği görülüyor tartışmalarda. 

Bunun yanında dikkatimi çeken komik bir şeyde Mustafa Kemal Almanca dersi için hoca aramaktadır o dönemde. Orada bahsettiği eğitim sisteminin bizim yabancı dil eğitiminin hiç değişmediğini görmem acı bir şey olsa da beni gülümsetti .

Kitap çok incedir. Burada defterleri düzenleyen Prof.Dr.Afetinan Atatürk'ün hatıra defterleri hakkında bilgide sunmuştur. Artık Defterleri hepsi ATASE tarafından yayınladığı için zorda olsa ulaşılabilmektedir. Dili dönem nasıl konuşuluyorsa o şekildedir. Tarih kitapları okumayanlar ve eski Türkçeye hakim olmayanlar sözlük ile okumaları gerekiyor. 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...