25 Kasım 2014 Salı

Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın





Umberto Eco'nun okuduğum ilk kitabı. Çok merak ettiğim bir yazar idi. Gülün Adı adlı romanı ile başlamak istiyordum fakat fuarda kitabı görünce dayanamayıp aldım. Kitap iki kişi arasında sohbet şeklinde geçiyor ama ne sohbet. Öyle soru cevap soru cevap şeklinde de değil. Arada bir soru soruluyor onun dışında yazarlar konu hakkında öyle kendilerini kaptırıyorlar ki. O konudan başka konuya o konudan başka konuya gidip geliyorlar. Bu sohbeti dinlerken anlıyorsunuz ki bu iki kişinin kültürel bilgisi muazzam.


Umberto Eco; İtalyan Simge bilimci (SemioticianGösteri Bilimi demişler anlamadım), denemeci, filozof, edebiyat eleştirmeni ve romancıdır. Halen hayatta olup günümüzün en önemli bilim adamlarından bir tanesidir. Dünyanın en büyük entelektüelleri arasında ilk 100'e girmiş bir çok kere. Kendisinin bir çok kitabı Türkiye yayınlanmış. Kendisi romanları ile daha çok tanınsa da bir çok akademik makalesi, çocuk kitapları ve eleştiri yazıları bulunmakta.

Jean-Claude Carriere; Fransız romancı, aktör, yönetmen ve senaryo yazarı. Akıl Defteri ve Martin Guerre Döndü mü ? gibi kitapları Türkiye de yayınlanmış. Ayrıca Fransa'nın en büyük sinema enstitüsünün de (Le Femis) başkanı. Bu enstitü dünyanın en iyi sinema enstitüleri arasına girmiş. Yazarın ayrıca yazdığı ve yönettiği bir çok filmde bulunmakta.


Kitabın asıl konusu ne derseniz kitaplar ve onu oluşturan yazı ve kağıt üzerine bir şey olacağını söylerdim ama değil. Bu konulardan bahsediyorlar ama öyle tek konu üzerinde durmuyorlar. Karşılıklı sohbet havasında bir çok konu üzerinde konuşuyorlar. Kitap ve verilerden bir başlıyor yazarlar konuşmaya. Günümüzde ki veri depolama sistemleri üzerine, kitabın ilk oluşumu, sansür olayları, kitap tarihi, kütüphaneler, kütüphanelerin yok oluşları, sinema tarihi, kitap koleksiyonu, yazar vs. O kadar çok şey üzerinde konuşuyorlar ki kendinizi bir o konuda bir bu konuda buluyorsunuz. İki yazarında bilgisine bu konuşmalar sırasında hayran da kalıyorsunuz bu arada.

Bu iki kişinin arasında geçen sohbet, okuyanların ve belli seviyede kütüphaneye erişmiş kişilerin çok hoşuna gideceğini düşünüyorum. Çünkü sizin yaşadıklarınızın ve bu konular hakkında düşündüklerinizi onlarda yaşamış ve düşünmüşler. Bu konular hakkında ki bilgileri de size aktarıyorlar. Çoğu kitap okurunun başına gelen bir mevzu; bir arkadaşınız evinize gelir. Sonra o kalıp soruyu sorar "Bunların hepsini okudun mu?"  Bu soruya kitapta çok güzel ve absürt cevaplar üretmişler yazarlar. Eco'nun söylediğini ben burada paylaşayım diğerlerini okuyunca görün. Eco "Hayır. Bu kitaplar yalnızca önümüzdeki hafta okumam gerekenler. Okumuş olduklarım üniversitede." Kitap aramanın ve onları almanın üzerine de durmuşlar. Bir kitabı arayıp bulmanın ne kadar zahmetli olduğunu ve yeni nesil zenginlerin süs olsun diye bu kitapları kütüphanelerine koyduklarını anlatıyor. Kendisinin de Amerika da ki bir sahafa 10 yıl boyunca bir kitap için gidip gelmiş sonunda kitabı almış. Kitap fiyatları hakkında, en değerli kitap, tamamlamak istedikleri seriler, öldüklerinde kütüphanelerinin ne olacağı ve değerleri. Gerçekten çok konu konuşuyorlar. En son bombayı sona saklamışlar tabi benim ağzım açık kaldı. Kaç kitabını var diye soruyorlar Eco 50.000 kitabı, J.C.Carriere'nin de 30.000-40.000 civarı kitabı varmış. Eco'yu araştırayım derken bir tane röportajını izledim. İlk kendi evini gezdiriyor gerçekten ağzınız açık kalıyor. 

Bu kitabı şiddetle tavsiye ediyorum. Yalnız kitabı okuyacaklara şöyle bir uyarı yapayım. Eco sohbet arasında Gülün Adı kitabında ki hikaye hakkında bazı şeylerden bahsediyor. Romanı okumayı düşünenler bunu göze alarak okusunlar.


19 Kasım 2014 Çarşamba

Mitoloji Üzerine Araştırmalar





Mitolojinin ne olduğunu Mitolojiye Giriş kitabının ilk paragrafında açıklamıştım. İnsanların eski çağdan temellendirdikleri daha sonra sözlü edebiyat halinde nesilden nesle aktarılarak devam eden bir unsurdur Mitoloji. Bu kitapta mitolojinin bir yönünün daha olduğunu bize göstermek istemiş hoca. Mitoloji tarihte gerçekleşmiş bir olaydır. Evrenin yaratılışı, dünyanın yaratılışı, insanın yaratılışı, kendi milletlerinin oluşumu, kahramanları, inanç ögelerinin varlığı gibi var olan yada olmuş olan şeyleri efsane haline getirerek bunları nesilden nesle aktarmışlardır. Mesela biz batı Türklerinde ki Oğuz Destanı, Ergenekon Destanı, Dünyanın yaratılışı gibi konular sözlü olarak aktarılmış. Çok geç dönemlerde yazıya geçirilmiştir. 

Mitolojik olaylar bir tarih gibi anılmaz ve anlatılmaz çünkü onun içinde bir kutsiyet vardır. Anlatım sırasında belli bir tören gerçekleştirilir, belli zamanlarda anlatılır, belli kişilere söylenir. Nasıl Ergenekon destanda oradan çıktıktan sonra her yıl aynı tarih bayram olarak kutlanmış ve halen devam etmekte. İşte bu şekilde bir kutsiyet içersin de devam eder. Bir tören vardır onun anısına demir dövülür. Hoca'da bu kutsiyet olayını vurgulamak için çeşitli kültürlerde ki aynı şekilde olaylar hakkında bilgi vermiş. Bizden farklı şekilde olan toplulukların mitolojisi ve maddeyi algılama şekilleri üzerine de durmuş. Mesela halen kültürümüzde devam eden ekmeğe saygı olayı Sumer Mitolojisinde Tahılların tanrısı olan Enki'den kaynaklıdır.

Kitapta Menşe ve Kozmogonik Mitlerde anlatılmış. Menşe mitleri denince olmuş yada yeni olan her cisim için oluşturulmuş mitlerdir. Bunlar aynı zamanda kutsal olarak geçer. Demir, su, yağmur, bitkiler, hastalıkları vs. Kozmogonik mitler ise o toplumun evrenin, insanların, gök cisimlerinin yaratılmasını, hayat ve ölümün nasıl oluştuğunu anlatır.

Kitabın en sonunda çeşitli milletlerin mitlerinin yeniden değerlendirilip, okunmuş. Bu kısım benim pek hoşuma gitmedi. O çağlarda olmayacak düşünce şekillerini atfetmiş gibi geldi hoca. Merak eden okuyabilir, hacmi de küçük bir kitap ama ben tavsiye edemeyeceğim bu kitabı.

Prof.Dr. Bilge Seyidoğlu geçen Ağustos ayında vefat etmişti. Hocaya Allah'tan rahmet diliyorum.


10 Kasım 2014 Pazartesi

Atatürk'ün Bize Bıraktığı Miras



Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün aramızdan ayrılmasından 76 yıl geçmesine rağmen onun dediği gibi fikirlerini ve duygularını anlayabildik mi ?  

Hayatının çoğunda kitaplar ile vakit geçirmiş, fikirler üzerine kafa yormuş, aklına gelen düşünceleri kitaplar vasıtası ile araştırmış bir insan. Kitap okumak onun için su içmek gibi doğal bir ihtiyaç. Cephede, evinde, yolda hayatının her döneminde kitap var. Hasta olduğunda yatağındayken bile Amerika da çıkan bir kitaptan haber alıp onu getirtip okuyan bir insan.

Bir konu üzerine düşündüğü zaman o dönemdeki tüm yayınları okur, ülkede yok ise getirtirdi. O kitaplar üzerinde çalışır daha sonra çeşitli insanlar ile ünlü olan sofrasında bu düşünceleri tartışırdı. Yaşamı boyunca kayıtlı olarak  3999 tane kitap okumuş ( seriler bir kabul edilmiş). Tarihten, Türkçe dil bilgisine, iktisat, siyaset, İslam tarihi ve din, fen bilimleri, askeri kitaplar, hukuk gibi çeşitli türde kitaplar okumuş ve bunlar üzerinde o dönemde ki insanlar ile tartışmıştır. Hayatı boyunca büyük bir bilgi birikimine sahip olan bir insanın düşüncelerini okumadan anlayabileceğimizi bize düşündüren nedir ?

Bugün fizik okumamış bir insan genel görecelik yasasını anlayabilir mi ? Türk tarihi okumamış bir insan neden bu kadar devlet kurduğumuzu ?  Demek istediğim Atatürk'ü ve yaptıklarını, yapmak istediklerini, düşüncelerini anlamak istiyorsak okumamız gerektiğidir. Eğer ki sosyal bilimler ve fen bilimleri alakalı kitaplar okumuyorsak ne Atatürk'ü anlarız nede onun yaptıklarını, nede yapmak  istediklerini. 


"Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır... Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur...Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar."    Mustafa Kemal Atatürk





9 Kasım 2014 Pazar

Mitolojiye Giriş







Mitoloji kültürlerin temelini oluşturan, kültürün içinde hiç bir zaman yok olmayan. Zaman içinde evrilerek farklı hallere alarak yaşamaya devam eden insanların çevresini, evreni, yaratılış olaylarını, kahramanlarını, inançlarını gibi konuları algılama biçimlerini gösterdikleri kültürü oluşturan temek taşlardan bir tanesi.

Bundan dolayıda bende Türk Tarihine girmeden önce Türklerin evreni, yaratılışlarını, kendilerini, dünyayı, çevreyi ve inanç unsurlarını nasıl algıladıklarını daha iyi öğrenmek için bu konu üzerine eğilmeye karar vermiştim. Bu kitaptan sonra Türk Mitolojisi, Kozmolojisi ve Eski inançlarını okuyarak bu kolu devam ettireceğim.

Türkiye de Cumhuriyetin kurulması ile birlikte Atatürk'den sonra Yunan Mitolojisine büyük bir alaka doğmuş. Altın yıllar denilen zamanda yapılan Anadolu Medeniyetleri ve Türkler üzerindeki çalışmalar durmuş. Bunun yerine Yunan Mitolojisi ve başka konular üzerine kitaplar çevrilmeye başlanmış. Fuzuli Bayat Hoca da Türk eğitim sistemi içersin de yoğun bir Yunan Mitolojisi öğretildiğini fakat Türk mitolojisi üzerinden fazla durulmadığını görerek bu kitapları yazmaya karar verdiğini söylüyor. Bu kitapla birlikte üç kitaplık yayını çıkardığını ve bir Türk mitolojisi için metot oluşturmaya çalıştığını aktarıyor. Mitoloji konusunda en büyük eksiklerden bir tanesinin de metot eksikliği olduğunu, diğer kültürlerin oluşturdukları metotların bizim için uygun olmadığını söylüyor. 

Bu kitabında mitolojinin ne olduğunu, bilim çevrelerinde diğer bilim adamlarının mitoloji üzerinde ki fikirlerini söylüyor. Mitolojinin ilkel inanç sistemleri, masal, efsane, destan ve menkıbe gibi edebi kültürü oluşturan ögeler arasındaki bağlantıları uzun uzun anlatmış. Türk Mitolojisi konusunda daha önce yapılmış çalışamalar üzerinde de duruyor. Tabi arada mitolojik olaylar, karakterler ve mitoloji içinde bulunan materyalleri de anlatıyor. 

Avrupa kendisinin fikir kökenlerini Yunanlılara bağladığı için bu Yunan Mitolojisi ve bilgisi konusu pek gündeme gelmiyor. Avrupa'dan etkilenen bizim araştırmacılarda bu konuya değinmeyerek aynı misyonu devam ettiriyorlar. Bunlardan dolayı bilinçsizce bir Yunan köken tezi propagandası var. Ama farklı bilim dalları incelendikçe ve yeni bulgular ortaya çıktıkça. Her şeyin Yunan kaynaklı olduğu tezi çökmeye başlıyor. Bu konuya burada girmeyeceğim çok uzun sürer. İleride bir kitap eşliğinde yazmayı düşünüyorum. Ama Yunan Mitolojisinin çoğu ve bize söylenen teorilerin, fikirlerin aslından daha eski medeniyetlere ait olduğu. Yunanlılar bunları onlardan alarak kendilerinin gibi kullandıklarını göreceksiniz. 

Hocanın burada bizi ilgilendiren iki tespitini yazmak istiyorum.

1) Türk mitolojisinde çok tanrıcılık yoktur.
Bu maddeyi açıklamıyor. Diğer kitaplarında değinecektir bu konuya. Bende diğer kitapları okudukça, eski Türk inanç sistemine girdikçe cevabı bulmaya çalışacağım. Acaba Gök Tengri sistemin tepesinde bulunan bir yaratıcı ve altındakilerde çeşitli rütbelerde tanrıları mı ? Yoksa Semavi dinlerde olduğu gibi Gök Tengri yaratıcı ve diğer unsurlar cinler, kötü ruhlar, melekler gibi diğer varlıklar mı? Bu sorunun cevabını okudukça bulmaya çalışacağım. Şimdiye kadar çeşitli bilim adamlarından, yazarlardan duyduğum kadarıyla bazısı Tek Tanrılı bir inanç var diyor, bazısı çok Tanrılı bir inanç var diyorlar Türkler için. Umarım bizde doğrusuna erişiriz okudukça.

2) Türkler tetotemcilik yoktur
Totem deyince büyük çoğunluğun aklında Amerika yerlilerinin yaptığı büyük çeşitli hayvanlardan yada ruhların tasvir eden uzun totemler gelmiştir. Bizde bu tür bir inanç yok. Bunu açıklarken de bizde sadece Bozkurt'un olduğunu belirtmiş. Ama Oğuz boylarının her birinin farklı kutsal hayvanı vardır. Alt inanç da onları temsil eden bu konuya değinmemiş. Diğer kitaplarında Oğuz Destanında değinecektir muhtemelen. 


Son olarak kitapta Türklerin mitolojik unsurlar arasında bir fark görmüyorlar. Bundan dolayı kurttan türeyebiliyor, yerin ve göğün kızları ile evlenebiliyor, perilerle evleniyor, kutsal ışıktan hamile kalabiliyor ve ağaçtan doğa biliyorlar. Kendilerini algıladıkları çevrenin bir ferdi sayıyorlar. Bunu Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk tanımından nasıl anlatmış;
Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

Mitoloji konusunu okuyacak olan arkadaşlara, daha sonra Türk mitolojisi ve destan sistemlerine geçecek olanlara bu kitaptan başlamalarını tavsiye ederim. 


5 Kasım 2014 Çarşamba

Cennetin Ejderleri




En son askerde bilimsel kitaplar okumuştum oda bir yılı aşkın bir süre geçti sanırım. Kendimde gerçi bilimin içinde olmama rağmen bu konuları biraz geriye bırakmam ilginç oldu. Yeniden bilimsel kitaplar okuma konusunda beni heyecanlandıran Eline bir kez kitap geçmeye görsün'e teşekkür ediyorum. Bundan  sonra ara ara fen bilimleri ile alakalı kitaplar okumaya devam edeceğim. Yoksa okuduğumuz çoğu kitap bilimsel ama sosyal bilimlere giriyor :)



Carl Sagan; ABD de yaşamış çok ünlü ve başarılı bir gök bilimci. Yaşadığı dönemde bilimin popülerleşmesi için çalışmış. Bu amaçla Contact (Mesaj) kitabını yazmış. Bu kitaptan uyarlama Mesaj adlı filmde var. Benim çok hoşuma giden bir filmin Carl Sagan'ın kitabından çıktığını bende şimdi araştırırken öğrendim. Bunun yanında Cosmos adında 12 bölümlük evreni anlatan bir belgesel dizisi hazlamıştır. Bu aralar yeniden düzenlenmiş hali yayınlanmakta, onuda size tavsiye ederim. Bunların yanında kendisinin bir çok bilimsel kitabı bulunmakta. SETİ (Dünya Dışı Akıllı Varlık Araştırması) yönetiminde bulunmuştur. Film ve kitaplarını okuduğunuzda göreceksiniz zaten kendisinin eğer uzaylılar ile temasa geçersek nasıl olacağı ile ilgili düşünceleri neden SETİ'ye önem verdiğini gösteriyor. Bunun yanında diğer gezegenlerin ayları, gezegenler hakkında şuan bizim bildiğimiz bilgilerin bazılarını kanıtlamış. Saygım 10 kat arttı :)  Belki çoğunuz duymamış olabilir dünya dışı canlı biliminin (Astrobiyoloji) öncülerinden.


Kitap insan beyni üzerine yazılmış. Ama bunu nasıl anlatsam bilemiyorum. Yazar ilk olarak insan beyninin kapasitesini hesaplamak ile beni şaşkınlığa çevirdi. Gerçekten daha önce hiç böyle bir fikir okumamıştım. Kafatasımızın içinde ne kadar güçlü bir işlemci taşıdığımızı bize gösteriyor. Ama saksıyı çalıştırmazsan o dünyada eşi benzeri olmayan işlemcide bir işe yaramıyor tabi. Bunun yanında insanoğlunun beyninde tuttuğu bilgi seviyesinin ve kapasitesinin yanında. Beyni dışında bulunan bilgi birikimi hakkında da güzel bilgi veriyor. 

Şunu belirtmekte yarar var. Yazar Evrim görüşüne inanıyor. Bundan dolayı bakış açısı bu görüşte üzerine temellendiriyor. Beyinin işleyişi, gelişimi ve güncel olan bir çok konu hakkında bilgi vermiş yazar. Beynin fiziksel özelliklerinin zekaya etkisinide inceliyor. Dinozorların zeka seviyesi konusunda ki bölüm ise gerçekten ilginç. Benim bildiğimin aksine dinozorların zeka seviyesi çok düşükmüş. Halen günümüzde nasıl evrim geçirerek yaşadıklarını da söylüyor.

Kitapta beni baya bir düşündüren bir konu var. Antropologlar (İnsan Bilimciler)  bir çok farklı insansı ve günümüz insanını ilgilendiren kemikler buldular. Bunlar arasındaki geçişleri ve bir biri arasındaki genetik bağlantıyı daha tam çözmüş değiller. Biz sürekli insanı tek tip düşünüyoruz oda şuan ki Homo Sapiens. Fakat bu bulunan iskelet kalıntıları farklı türde insansı türlerinin olduğunu bize gösteriyor. Ben geniş olarak İnsan Bilimi okumadım, bu bilim dalında acaba bu bulunan iskeletlerin büyük maymun, goril tarzı hayvanların atalarının olma olasılığı var mı sorusu aklıma geldi. Ama böyle bir ihtimal yok ise bu Homo Sapiens dışı bulunan iskeletler nedir sorusu bizim için çok önemli. Tabi bu iskeletlere teoloji biliminin vereceği cevapta önemli bence.

İkinci olarak beni en çok merak ettiren şey. İnsanlardan sonra zeka seviyesi görülen hayvanların dillerinin çözülememesi. Bunlardan yunus ve balinaların halen kendi aralarındaki iletişim çözülmüş değil. Maymunlar üzerinde yapılan çalışmalara değindiğinde ise insan daha fazla meraklanıyor. Burada araştırmacılar maymunların gırtlak yapısının konuşmaya elverişli olmadığını keşfetmişler. Daha sonra bir bilim insanı hayvanlara işaret dilini öğretilirse acaba iletişim kurulabilir mi diye düşünerek bu işe koyulmuş ve başarılı olmuş. İşaret dili öğretilen maymun insana tam şekilde yaklaşamasa da iletişim kurabildiğini soyut şekilde düşünebildiğini, şaka yapabildiği görülmüş. Fakat deneyi sonuna kadar devam edememiş. Yazar burada " Dişi maymun acaba doğal hayatında doğum yapsa bu konuşma bilgisini kendi yavrularına öğretir miydi ?" diye bir soru soruyor. Gerçekten çok ilginç bir şey olurdu bu olsaydı. Deneyin devamının olmasını isterdim. Beni de bu konuda meraklandırdı. Bilim kurgu dünyasında ki Maymunlar Cehennemi gibi ileriye dönük bir şey olur muydu? Belki günümüzde bu tür deneyler devam ediyordur. 

Yazarın okuduğum ilk kitabı olsa da bilime bakış açısı hoşuma gitti. Kitap içinde kendisi de incil üzerinden bir kaç yerde hikayeler anlatıyor ama fazla değil. Yazar burada kendi alanı dışında başka bir bilim dalı üzerinde kitap yazdığını da belirtelim.

Kitabın kapağı ise kitabın en ilginç noktasından bir tanesi. Cennetin Ejderleri ismi üzerine mi yapılmış emin değilim. Fantastik romanların kapaklarına yakışır ve bazılarından bile iyi bir şekilde kapak hazırlanmış. Esas kapağı daha iyi, kitap içeriğini tam yansıtmasa da kapakta bir gönderme var. Kitap 1977 de yazılmış. Okurken o zamanın bilimsel ve teknolojisini düşünerek okumanızı tavsiye ederim. 1978 yılında da Pulitzer ödülünü kazanmış.

Beynin ve zekanın gelişimini, beyinle ilgili günümüzde dahi sorulan soruları, evrim, hayvanlar, dinsel hikayeler ile ilgili anlatılar gibi konularda okunacak bir kitap.  Kitap size bilgi verirken düşünmeye de teşvik ediyor.








2 Kasım 2014 Pazar

Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk-İtalyan ilişkileri





Trablusgarp savaşı konusuna okumaya devam ediyorum. Bir konu hakkında okuma karar verdiğim zaman yabancı yazarların o konudaki kitaplarını ve Türk yazarların o konudaki kitaplarını özellikle araştırıp okumaya çalışırım. Bu iki taraflı okuma negatif ve yanlı düşünceleri ortadan  kaldırmak için yapıyorum. Hemde bizimle ilgili olaylarda Avrupa'nın bakış açısı ile, Türk bakış açısını karşılaştırma imkanı sağlıyor.

Bu kitapta artık diplomatik ilişkilerden daha çok bizim içimizde gerçekleşen olaylar ile Trablusgarp Savaşı anlatılıyor. Diğer kitap konuyu diplomasi çerçevesinde anlatılıyordu. Bu kitapta nelerin olduğu, nasıl olduğu, kimlerin hangi görevleri aldığı ayrıntısı ile anlatılmış.

Trablusgarp Savaşı başlamadan hemen önce Osmanlı Devletinin durumu artık iflas etmiş ve çökmekte olan bir devlet. Borçlar ve kapitülasyonlar almış başını gitmiş. Ordu ve donanmanın durumu kötü. Bunların yanında devlet görevlilerinin saflıkları, iş bilmezlikleri, çıkar ilişkileri de eklenince sorunları çözmek zorlaşmış. İtalyanlar aslında Trablusgarp'ı işgal edecekleri çeşitli şekillerde işaretlerini veriyorlar. Osmanlı Devlet adamları, yabancı yayınlar bu konuya değiniyor. Fakat Osmanlı Devleti yönetimi bu uyarıları görmeyerek İtalyanların onları kandırmalarına izin vermişler. Savaş ilan edildiğinde ise çok büyük şaşkınlık yaşamışlar. Tabi elde para yok, donanma zaten 30 yıl önce çürümeye bırakılmış, Trablusgarp da ki birlikler Yemen bölgesindeki ayaklanmayı bastırmaya gitmiş. Bu kadar olumsuzluk içinde birde devlet yönetimindeki kişilerin savaşmak ve savaşmamak diye ikiye ayrılması da eklenince istemeden de olsa savaşın içine sürüklendik.

Osmanlı Devleti ne kadar Trablusgarp savaşında savunmaya yardım yapmak istese de bunu başaramıyorlar. Deniz yollarının tamamen İtalyanların elinde olması, Avrupa devletlerinin yardıma yanaşmaması işi çok zora sokuyor. Anca bir vapur silah ve mühimmat gönderiyor ki onunda macerası tam macera. Bu koşullarda Osmanlı Devletinin genç subayları aynı zamanda İttihat ve Terakki Cemiyeti önde gelenleri kendi aralarında anlaşarak gizli yollardan direniş göstermek için Trablusgarp'a geçiyorlar. Bunlar arasında Enver Paşa, Mustafa Kemal, Nuri Bey (Conker), Ali Fethi Bey (Okyar), Fuat Bey ( Bulca), Halil Paşa (Enver Paşanın amcası), Nuri Bey ( Enver Paşanın kardeşi) , Ekrem Bey , Albay Neşet Bey en ünlü olanları Trablusgarpa geçen kişiler arasında. Bu insanlar Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar  savaştan savaşa koşacak insanların bir kısımını oluşturuyor. Osmanlı Devleti çökmesin diye gösterdikleri gayreti, sonrasın da elde kalan son toprağımızı da kaybetmeyelim çabası, bu insanların hayatlarını sürekli mücadele ile geçiriyor. İnsan tarihi bir bütün olarak okuyunca daha iyi anlıyor bu insanların durumunu.

Mustafa Kemal Mısır'dan geçerken ağır ateşleniyor, burada bir hafta dinlenip tekrar savaşa katılıyor. Fakat tekrar savaş sırasında hastalığın ortaya çıkması sonucu Avrupa'ya tedaviye gitmek zorunda kalıyor.

Trablusgarp'a gelen Türk subaylar oradaki kalan Osmanlı Ordusunu ve Arap aşiretlerini askeri bir düzene içine sokuyorlar. İmkansızlıklara rağmen İtalya gibi teknik ve donanım bakımından güçlü olan bir devlete karşı başarılı şekilde savaşmışlar. İtalyanlar Araplara propaganda yapıyorlar o dönemde. Hangi klasik söz var ya "Biz size özgürlük getirmek istiyoruz, Padişahın egemenliği altından kurtarmak istiyoruz" lafları söylemişler. Uçaklarla broşürler atmışlar. Ama en sonunda kıyı şeridinin içlerine geçemeyince, donanma ile kasabaları topa tutmuş, girdiği kasabalarda kadın, çocuk, yaşlı demeden herkesi öldürmüşler. Batının tutumu tarih sahnesine girdiklerinden bu yana hiç bir zaman değişmemiştir. Bundan sonrada değişmeyecek. Zaten günümüzdeki savaşları gördüğümüzde de değişmediğini görmektesiniz. Bu konuya ileride değineceğim okuduğum kitaplarda.

Balkanların kızışmaya başlaması Osman Devletini İtalya ile bir anlaşmaya varmaya zorlamış. Tabi kitaplarda bu serüvende anlatılıyor. İtalyanın neler yaptığı da. Burada ilginç olan antlaşma yapıldığında Trablusgarp da ki kimsenin bundan haberi olmaması. Padişah üç kere savaşı bırakınız diye hatt-ı hümayün yayınlıyor. En sonunda bir İtalyan askeri beyaz bayrak eşliğinden antlaşmanın kendisi ile bizim Türk birliğine haberi getiriyor. Yinede kimsenin savaşı bırakmaya niyeti yok. Fakat Balkan Savaşının başlaması ve Trakya bölgesinde hızlı ilerlemesi nedeniyle buradaki Türk subaylar savaşı bırakmak zorunda kalıyorlar. Bir çok Türk subayı geri dönüyor fakat burada kalan bazı Türk askerler ile örgütledikleri Arap aşiretleri İtalyanlara uzun zaman boyunca kök söktürüyorlar. Daha sonra bu Arap aşiretlerinin lideri kılıç kuşanmak için Türkiye'ye geldiğinde Atatürk kendisinden büyük övgü ile bahsediyor.

Bu konu hakkında yazılan kitaplar gerçekten çok az. Merak edenler hocanın yayınladığı bu kitabı okuyabilirler. Hocada zaten aynı sorunu dile getiriyor kitabında. Kitabın birinci baskısı baya önce yayınlanmış, bu ikinci baskısı. Fakat o zamandan bu zamana konu hakkında araştırmalar yapılmamış. Hoca kitapta İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin yayın organı olan Tanin gazetesinden epey yararlanmış. Bunun yanında o zaman ki arşiv belgeleri, hatıratlardan da yararlanmış. Burada benim yapacağım tek eleştiri Abdülhamit Han'ın hatıratını kaynak olarak göstermesi. O zaman sahte olduğu biliniyor muydu bilmiyorum. Ama ikinci baskısı günümüze yakın olduğu için artık bu konu açığa çıktığından bu hatıratın kaynak gösterildiği yerden çıkarılması uygun olurdu. Ama hoca bunu yapmamış, hatırattan alınan bu kısım sadece bir yerde geçiyor. Fakat yinede ilmi bir çalışma için uygun kaçmıyor. Bunların dışında kitap bu konuda yapılmış az çalışmalardan. Bu konu hakkında bilgi edinmek için güzel bir kaynak.


Not: Tekrar belirtmekte yarar var. Abdülhamit Han'ın hatıratı sahte.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...