29 Temmuz 2014 Salı

Nuh Tufanı



Nuh Tufanı bilindiği üzere üç büyük din kitabında geçen bir hadise. Fakat bu üç din kitabında geçmesine rağmen olaylar sadece hikaye şeklinde anlatılıp tarihsel olarak bir ipucu bize sunmamakta. Gerçekte bu hadisenin olup olmadığı bilimsel olarak bu zamana kadar kanıtlanmış değildi. Ya da bunun üzerine bir teori geliştirilmemişti. Bu kitap bilimsel verilerle nerede ve ne zaman nasıl bir tufanın olabileceğini anlatan güzel ve bilimsel bir kitap. Kitaba anlatmadan önce bu zaman kadar Nuh Tufanı olayı nasıl gerçekliğe ulaştı ona bakalım.

1800 lerden sonra Avrupa da bir arkeoloji akımı doğuyor. Hristiyanlar incil de geçen olayları ve yerleri bulmak için, bu hikayelerin gerçek mekanlar ile alakasını olup olmadığını kanıtlamak için bir arayışa giriyorlar. Böylelikle Ortadoğu da kazılar yapmaya başlıyorlar. Buda bize incil arkeolojisi diye bir alan ortaya çıkarıyor. Böylelikle bir çok araştırmacı izinli yada kaçak yollardan Ortadoğuya gelerek bu kazıları yapmaya başlıyorlar. Kazılar sonucu ortaya daha önce hiç rastlamadıkları bir medeniyet ve yazı çeşidine rastlıyorlar. Bu araştırmacıların tabi aradıkları ilk başta Babil medeniyeti, buldukları bu yeni yerleşim yerinin ve yazılarının bu medeniyete ait olduğunu düşünüyorlar. Fakat daha sonra bulunan kil tabletlerinin okunması ile bu kültürün Asur medeniyeti olduğu anlaşılıyor. Ama kazıldıkça daha çok arkeolojik veri ve tablet ortaya çıkıyor. Büyük bir kraliyet kütüphanesinin keşfi ve buradaki iki dilde tabletler bulunması tarihi bir anda değiştiriyor. Birinci yazı ilk buldukları ve çözdükleri Asur medeniyetine ait olan diğeri ise hiç bilmedikleri, daha önce rastlamadıkları bir dil. Asur tabletlerinin yardımı ile bu dilde çözülüyor. İkinci dilde bulunan tabletlerin Asurlardan önce yaşamış Sümer uygarlığı olduğunu anlıyorlar. 

Burada söylemeden geçemeyeceğim Sümer tabletlerinin çözümü kısmen anlaşılıyor. Çünkü Asur medeniyeti Sami bir ırk yani bugünkü arapların ataları. Fakat Sümer dili Asur dilinden çok farklı Orta Asya dillerine daha çok benziyor, Asur dilinde çok fazla sesli harf yokken Sümer dilinde çok fazla sesli harf bulunmakta. Buda okumaları sami diline göre yapıldığı için tam net olarak yapılamaması sonucunu doğuruyor. Bunun hakkında halen tartışmalar ve okuma çalışmaları devam ediyor.  

Sümer dilinin çözülmesi ile tabletler okunmaya başlanıyor ve ortaya bir tufandan bahseden tablet serisi ortaya çıkıyor. O zamana kadar din kitapları dışında hiç bir yerde rastlanmayan bu hikaye bir medeniyetin yazılı kaynakları içersin de çıkması insanları şaşırtıyor. Burada birde ölümsüzlüğü arayan kralın (Gilgameş) hikayesi anlatılıyor. Bu işin Sümer ayağındaki kısmını öğrenmek için Muazzez İlmiye Çığ kitaplarını okuyabilirsiniz.




Giriş kısmını biraz uzun oldu. Kitaba dönersek, kitapta iki araştırmacının (W.Ryan ve W. Pitman) Akdeniz, İstanbul Boğazı ve en sonunda Karadeniz de yaptıkları çalışmaları konu alıyor. Araştırmacılar kendi uzmanlıklarının yanı sıra bir çok bilim dalından yardım alarak çok geniş bir araştırmayı ortaya çıkartıyorlar. Araştırmada yer bilimciler, deniz bilimciler, arkeologlar, biyologlar, kimyagerler, İnsan bilimciler ve daha şuan aklıma gelmeyen bir çok araştırmacının katkısı ile yapılıyor. Bunun yanında sadece bir ülkenin katkısı olmuyor araştırmada. Yazar-bilim adamlarımız Amerikalı olsalar da yaptıkları araştırmalar sırasında bir çok ülkeden bilim insanları ile çalışıyorlar. Bunlar arasında Bulgar, Rus ve Türk bilim insanları mevcut. Bu çalışma içersin de Celal Şengör ve Oğuz Erol hocalarımızın ve  TSK katkısı olmuş bizim için gurur verici bir olay. 

Kitapta ki Nuh Tufanı olayı MÖ 12500 yıllarında buzulların erimesiyle birlikte buzul sularının o zaman tatlı su gölü olan Karadeniz'e akmaya başlaması ile başlıyor. Çeşitli etkiler ile Karadeniz'e buzul suyu akışının durması ve buzul sularının akışının okyanuslara devam etmesi ile ilk önce Marmara tatlı su gölü Ege denizi ile karışıyor. Ardından çok büyük bir gümbürtü ile İstanbul Boğazı çöküyor ve Karadeniz şuan ki kıyı şeridine ulaşıyor. Tufanın kısa özeti bu ve araştırmacılar bize bir tarih veriyorlar. Tufan MÖ 5600 yıllarında olduğu. 




Burada Türk tarihini ilgilendiren bir husus var. Buzul Çağından sonra Asya da oluşan iç denizi bilim adamları bu çalışmaları ile kanıtlıyorlar. Buzulların erime aşamasında Karadeniz, Hazar, Aral, Gobi çölü süper göllere dönüşüyorlar. Tabi Anadolu içersin de iki tane büyük göl oluşuyor bu süreçte. Gobi çölünde bulunan şehir kalıntıları, burada hem deniz olduğunu hemde etraftaki hiç bir medeniyete benzemeyen bir medeniyetin var olduğunu belirtiyor. Tabi bunların kim olduğu belli değil. Burada Türk tarihine bağlamamın sebebi Atatürk zamanında yapılan çalışmalarda Asya da bir iç denizin olduğunun söylenmesi ve Türklerin bu iç deniz çevresinde yaşadıkları ile ilgili tez idi. Buna çok karşı çıkanlar olmuştu fakat iç deniz bu sayede kanıtlanmış oldu. Bunun yanında medeniyetlerin tatlı su çevresinde gelişme teorisi de bu yönde ilerlediği için, bu bölgelerde şehirleşmiş, deniz yolculuğu yapabilen bir medeniyetin varlığını görülüyor. 

Bu arada bunu unutuyordum. Nuh Tufanı sadece Mezopotamya bulunan medeniyetlerde geçmiyor. Orta Amerika da bulunan medeniyetlerde de geçiyor. Buda Nuh Tufanının küresel olmasının imkanı olmadığı için bu medeniyetlerin Mezopotamyadan oraya göçtüğünü düşündürüyor.

Kitabın ilk kısmı araştırma detayları ile geçtiği için biraz sıkılabilirsiniz. İkinci kısmı ise daha akıcı geçiyor ilk kısma nazaran, burada verilerden bahsederek hedefe yavaş yavaş gidiliyor. Kitabın anlatımı hikaye gibi anlatılmış. Ben zorlanmadım okurken ama dediğim gibi ilk bölüm farklı bilim dallarından bir çok farklı terim içerdiğinden anlamama gibi bir durum olabilir takılmanıza gerek yok. Sonuca ikinci kısımda geçiyor. Birinci kısım daha çok araştırma gezisinin notları niteliğinde. 

Ben ilk defa Akılçelen Kitaplar yayınlarından bir kitap okudum. Kitap basım, kapak kalitesi, kağıt hepsi güzel. Fakat dipnotlar berbat. İlk defa böyle bir dipnot gösterim şekli görüyorum ve bilimsel bir kitapta olmaması gereken bir sistem uygulamışlar. 

Çok uzun bir yazı oldu. Aslında daha yazılacak bir çok husus var. Bunlarda diğer kitaplara ve makalelere kaldı. Bu konu ile ilgilenen herkese kitabı tavsiye ederim. 

Not: Bitmiyor yazılacak şeyler :) Bu araştırmaları sonucunda BCC tarafından 1996 da Nuh Tufanı ile ilgili birde belgesel hazırlanmış. 

26 Temmuz 2014 Cumartesi

Karanlığı Aydınlatan Işıklar


Merhabalar

Bir anda ve bazı arkadaşlarımın desteklemesi ile bir kitap blogu açmaya karar verdim. Açma kararından önce çok düşündüm açsam mı açmasam mı diye ama sonunda açtım. Daha önce hiç bu tür bir yazma eylemine geçmemiştim umarım hem bana hem de okuyan arkadaşlara faydalı olur. Blogu açmamın bir sebebi de okuduğum kitaplar hakkında piyasada fazla bir bilgi olmamasından dolayı. Kitap sitelerinde bazen hiç yorum dahi yapılmıyor. Bu tür kitapları okuyan ya da araştıran insanların kitap hakkında fikir sahibi olması sağlamak.

Kendim hakkında; iyi bir okuyucu olduğumu düşünüyorum. Okuma hayatıma çok geç başlamış bir insan olarak ortalamanın üzerinde okumaya çalışıyorum. Her kitap delisi gibi bende zamanımı ve para mı kitaplara yatırıyorum. Geniş bir ilgi alanım var ama genel olarak tarih kitapları okumayı severim. Aslında benim okumalarım bir tür araştırma niteliğinde geçmekte. Bir konuyu okumadan önce o konu hakkında geniş bir araştırma yapmaya çalışırım. Okuyacağım kitapları inceler, yazarlarını inceler, konu hakkında makalelere bakarım ve en sonunda bir plan hazırlayarak okuma eylemine geçerim. 

Blogun ismi konusunda  biraz söz etmek gerekir büyük insanlara kendimizce saygımızı sunalım. İsim bir anlığına aklıma geldi ve bunun olmasına karar verdim (Burada yine bir arkadaşımın etkisi büyük tabi). Uluğ Bey Timurlular devletinin lideri ve çok iyi bir bilim adamıdır kendisi. Yaşadığı dönemde büyük dedesi Timur’un bilime verdiği değeri devam ettirmiş o günün en iyi rasathanesini yaptırmış. Tabi bu sadece rasathane değil içinde birde medresesi buluna bir yer. Burada o dönemde çok büyük Türk bilim insanları yetişmiştir. Bunlardan bir tanesi de Ali Kuşçudur. Uluğ Bey Rasathanesi artık yobazlığın baş gösterdiği bir zamanda karanlıktaki parıltıları gözlemleyerek bilimin ışığı ile çevresini aydınlatmak istemiştir. Bende insanların bulunduğu karanlık içersin de kitapların saçtığı aydığı gözlemleyerek bilinçlerini aydınlatmasından bir bağ kurarak blogun isminin Uluğ Bey Rasathanesi olmasını düşündüm. Bizde umarım yazdığımız yazılarla ışık saçabiliriz etrafımıza.

Bu kadar bahsetmişken hemen bir kitap önereyim. Adil Yakubov’un UluğBey’in Hazinesi kitabını okumanızı tavsiye ederim. Tarihi bir romandır. Benim sevdiğim kitaplardan bir tanesidir.




Rasathanemize gelen misafirlere hoş geldiniz diyorum. Bu araştırma gezisinden umarım zevk alırsınız.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...